İnşaat





İnşaat 
        SOL ALTTA KONU İLE İLGİLİ DERS LİNKLERİ VARDIR    

İnsanoğlu varoluşundan bu yana doğa olaylarından, tehlikelerden korunmak ve hayatını sürdürebilmek için güvenli bir barınağa ihtiyaç duymuştur. İlk çağlarda malzemeler doğada bulunduğu şekliyle kullanılmaktaydı. Daha sonraki süreçte malzeme bilimine paralel olarak insanlardaki becerinin de gelişimi ile bir nevi çimento ve ince agrega gibi doğadaki malzemeler işlenip şekillendirilerek kullanılmaya başlanmıştır.
Türkiye’de ve dünyada beton, uzun yıllardan beri en önemli yapı malzemesi olma özelliğini korumuştur. Güncelliğini kaybetmeyen bu yapı malzemesi hemen hemen bütün inşaatlarda kullanılmaktadır. Bunlar arasında yollar, kanal kaplamaları, köprüler, barajlar, açık denizler, gaz tankları ve konutlar sayılabilir. Sebebi şekil verilebilme kolaylığı, fiziksel ve kimyasal dış etkilere dayanıklılığı, ekonomik oluşu ve üretimindeki pratikliğidir.
Betonun teknik özelliklerinin gelişmesi ile birlikte betonda dayanım özelliği kadar dayanıklılık, permeabilite, elastiklik, enerji tokluğu gibi niteliklerde aranılır olmuştur. Bu amaçla betonun performansı iyileştirilmekte, döküm ve yerleştirme hızı yükseltilmekte, üretimi endüstrileşmekte ve daha ekonomik hale gelmektedir.
Beton ; taze haldeyken kalıbına ayrışmadan ve en az boşluk içerecek şekilde sıkışarak yerleşebilmesi ve sertleştikten sonra da üzerine etki edecek kuvvetler altında kırılmaması, ömrü boyunca karşılaşacağı çeşitli fiziksel ve kimyasal etkilere karşı yeterli bir dayanıklılığa sahip olması, gerek maruz kaldığı dış etkilerden; mekanik, fiziksel ve kimyasal etkiler altında, gerekse kendi iç yapısında zaman içerisinde meydana gelecek değişikliklerden dolayı yapacağı şekil değiştirmelerin belirli değerleri aşmaması beklenilen özelliklerdir. Bu özelliklerin yerine getirilebilmesi amacıyla yıllardan beri en uygunu elde etme çalışmaları, araştırmaları devam etmektedir. Yapılan bu araştırmalarda, betonun mukavemet ve dayanıklılığını belirleyen en önemli etkenin su çimento (s/ç) oranı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu oranın düşüklüğü nispetinde beton kalitesi artmaktadır. Betonda düşük s/ç oranının sağlanması; karışım oranlarının, agrega granülometrisinin düzenlenmesi yanında, katkı kullanımı ile de temin edilebilmektedir.
Teknikteki ilerlemeler ve uygulamadaki tecrübeler, betonu daha yakından tanımamızı sağlamış ve daha iyi bir beton yapma imkanlarımızı arttırmıştır. Üniform ve iyi kalite beton dökmek sorumlu şahısların gayret ve dikkatiyle gerçekleşebilir. Mühendislikte gaye minimum maliyetle en iyinin yapılmasıdır.
Bu ise iyi beton yapma prensiplerinin anlaşılması ve inşaat esnasında dikkatli çalışmanın ve tecrübenin neticesidir.
    

Tarih de İnşaat Kavramları

Dinsel törenler, tragedya ve komedya türü oyunların sergilendiği tiyatroların ortaya çıkışları dinsel nedenlere dayanmaktadır. Orkestrada yer alan sunak (thymele) ve tiyatroların Dionysos tapınakları çevresinde oluşları ile tiyatro içindeki bezemelerde Dionysos tasvirlerinin varlığı bunu desteklemektedir.

Tiyatrolar ilk olarak M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda ortaya çıkmaktadır. Tiyatrolarda gösteriler M.Ö. 4. yüzyıla kadar açık havada, daire biçimli zemini sıkıştırılmış topraktan olan orkestrada yapılmaktaydı. Seyirciler ise orkestrayı çevreleyecek biçimde bir yamaca dizilmekteydiler ya da yamaca kurulmuş ahşap sıralarda oturmaktaydılar. Yine bu dönemde sahne de ahşaptan yapılıyor olmalıydı. M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren taştan yapılmış tiyatrolar görülmeye başlanır. Bunlara örnek olarak; Yunanistan’da Atina Dionysos Tiyatrosu, Epidauros Tiyatrosu (mimar Polykleitos, M.Ö. 4. yüzyıl), Delos Tiyatrosu (M.Ö. 3. yüzyıl), Anadolu’da Priene (M.Ö. 3. yüzyıl), Milet, Bergama, Efes, Magnesia, Iassos, Metropolis tiyatroları verilebilir.

Romalılar ise geç dönemlere kadar tam anlamıyla taş tiyatrolara sahip olmadılar. Oyunlar sergileneceği zaman ahşap oturma sıraları ve sahne binası inşa ediliyor ve sonradan sökülüyordu. Geç Cumhuriyet Dönemi sonlarına kadar inşa edilen ahşap tiyatrolar çok gösterişli olabilmekteydiler. Roma’da ilk kalıcı tiyatronun yapımına M.Ö. 2. yüzyılın ortalarında girişilmiş, inşaata başlandıktan bir süre sonra Senato tarafından yapının yıkılmasına karar verilmiştir. Roma’daki ilk kalıcı tiyatro ise M.Ö. 58’de M. Aemilius Scaurus’un bayındırlık memurluğu sırasında inşa ettirdiğidir, ahşap tiyatrodur. Yaşlı Plinius’a göre sahne binası (scaenae frons) üç katlı idi ve alt kat mermer (muhtemelen kaplama), orta kat cam (muhtemelen mozaik), üst kat ise yaldızlı ahşaptan inşa edilmişti. Ayrıca aralarında 3000 tunç heykelin bulunduğu 360 sütundan ve 80 bin izleyici kapasitesinden bahsetmektedir. M.Ö. 55’te ise Pompeius tarafından Mitylene tiyatrosu örnek alınarak Roma’nın ilk taş tiyatrosu Campus Martius’da inşa edildi. Pompeius döneminden sonra diğer bir taş tiyatro, Caesar döneminde (M.Ö. 46-44) başlanıp, Augustus döneminde tamamlanan Marcellus Tiyatrosu’dur. Alt katı Dor orta katı İon ve üst katı Korinth düzeninde sütunlar ile bezenmiştir.


Roma dışındaki şehirlerde taştan inşa edilmiş daimi tiyatrolar daha önce ortaya çıkmaya başlamıştır. M.Ö. 2. yüzyılın ortasına ait olan Gabii’deki gibi bazıları tapınak kompleksinin bir parçasıydılar ve ana işlevleri, tapınmayla ilgili müzikli ve danslı törenlerin sunum yeriydi. Bir diğeri ise Sulla döneminde (M.Ö. 82-79) inşa edilmiş Pompeii’deki Küçük Tiyatro’dur. Bu tiyatro herhangi dini bir işlev üstlenmeyen bir kamu yapısıydı. Dikdörtgen planlı bir yapıdır ve üzeri muhtemelen çatı ile kapatılmıştı. Plan olarak Milet ve Atina Bouleterion’unu hatırlatan bu yapının orchestrası ve scanae ile auditoriumun bir bütün oluşuyla Roma karakteri göstermektedir.

Roma tiyatrosunun bölümleri

a. Cunei (Gradus): İki merdiven arasında kalan oturma sırası bloğu.

b. Moneian: Oturma sıralarını birbirinden ayıran yatay, geniş yol.

c. Orkestra: Seçkin kişiler için koltukların bulunduğu alan.

d. Pulpitum: Ön sahne. Oyunun oynandığı bölüm.

e. Skene Frons: Sahne binasının ön yüzü – ön duvarları.

f. Parados: Seyirci girişleri.

g. Paraskene: Yan odalar.

h. Postskene: Sahne arkasında kulis, aktör locaları ve dekor odalarının bulunduğu bölüm.

i. Auditorium: Seyircilerin oturma sıralarının bulunduğu kısım.

j. Skene: Sahne binası.

k. cavea : seyircilerin oturduğu bölümün tamamına verilen ad.

l. porto regia :ön sahneden arka sahneye açılan ana kapı.

m. porto hospıtalıa : ön sahneden arka sahneye açılan yan/yardımcı kapılar.

n. diazoma : cavea'yı yatay olarak ortadan bölen ana yürüyüş yolu.

o. summa cavea : diazomanın böldüğü cavea'nın yukarı kısmı.

ö. furnicatum : diazoma da bulunan beşik-tonoz yapıda inşa edilmiş galeri

Roma ve Grek tiyatroları arasındaki farklar

Roma tiyatroları, Grek tiyatrolarını örnek almalarına rağmen belirgin farklılıklar mevcuttur. Bu farklar şunlardır. Grek tiyatrosu cavea ve sceneden oluşurken, Roma tiyatroları tek bir yapıydı. Sahne binası ve auditorium kesintisiz bir çevre duvarı ile bir araya toplanmıştır. Sahne binasının duvarları auditorium ile aynı yüksekliğe çekilerek kapalı bir alan yaratılmış ve seyircinin dış dünya ile ilişkisi kesilerek dikkatin sahnede yoğunlaşması sağlanmaya çalışılmıştır. Kapalı alan oluşumunu biraz daha güçlendiren başka özellikler de mevcuttur. Bunlardan birincisi sahnede gösteri yapanları hava şartlarından korumak için yapılmış olan ahşap çatıdır. Ayrıca bu çatı sesin daha iyi dağılmasını sağlayan akustik bir görev de görmekteydi. Bununla birlikte izleyiciler için dış duvar üzerinde yerleştirilmiş ahşap direklere asılı tenteler bulunmaktaydı. İkinci özellik ise sahne duvarının (scaenae frons) zengin bir biçimde dekore edilmesidir. İki ya da üç katlı inşa edilmiş olan scaenae frons, sütunlar, girinti-çıkıntılar, eğik-düz şekiller ve heykellerle bezenerek düzenlenmiştir. Bu mimari biçim güneş yardımıyla ışık-gölge oyunları oluşturuyor, canlılık ve hareket yaratıyordu.

Romalı mimarlar kemer ve tonoz kullanarak tiyatroları düz bir zemine oturtabilmekteydiler. Bununla birlikte Yunan Tiyatrolarında olduğu gibi tiyatroları bir yamaca yasladıkları da olmuştur. Grek tiyatrolarında görülen at nalı şeklindeki plana sahip orkestra Romalı mimarlar tarafından yarım daire haline getirilmiştir. Böylece auditorimun en ucundaki seyirciler dahi sahneyi iyi bir biçimde görebiliyorlardı. Orkestranın yarım daire şeklini alması auditoriumun da yarım daire kalmasını sağlamıştır. Ancak bunun görülmediği durumlar da söz konusudur. M.Ö. 2. yüzyıldan itibaren üzerinde oyunların oynandığı proskene genişletilmiş, orkestra işlevini yitirmiştir. Orkestrada önemli kişilere oturma yerleri hazırlanmıştır.

Grek tiyatrolarında sahne binası ve cavea arasında çapraz şekilde yer alan paradoslar auditoryuma paralel biçimde yapılmıştır. Paradosların üzeri tonoz ile kapatılarak, oturma sıralarının bir kısmının taşınması sağlanmıştır. Cavea altındaki tonozlu geçitlerle moneiana ulaşılmakta ve buradan oturma sıralarına geçilmekteydi. Grek tiyatrolarında görülmeyen bir başka özellik ise auditorium kısmının en üst sırasını sütunlu bir galeri inşa edilmiş olmasıdır. Burası izleyicilerin gezinebilecekleri ya da yağmurdan korunabilecekleri bir alandır.

 

 

Osmanlı Mimari yapıları

 

Tasarım; günümüzde çok sık kullanılan fakat ne anlama geldiği pek de anlaşılamayan bir sözcüktür. Bir tasarım kendi içinde bir yapıya ve bu yapı arkasında bir planlamaya sahip olmalıdır. Bütün sanatların temelinde tasarım vardır. 

Tasarlama eylemi, oluşturulacak yapının organizasyonu ile ilgili her türlü faaliyeti içine almaktadır. Tasarım kavramını iki ayrı tanımla anlatmak gerekir. Hukukçular ve tasarımcılar tasarım kavramını farklı şekilde algılarlar. Amerikan Endüstriyel Topluluğuna göre tasarım; kullanıcı ve üreticinin karşılıklı yararını gözeterek; ürünlerin işlev, fayda ve görünümünü optimizme edecek şekilde yeni ürün fikirleri yaratmaya ve geliştirmeye yönelik profesyonel bir etkinliktir. Hukuki açıdan ise tasarım; bir ürünün veya bir parçasının çizgi, şekil, renk, biçim, doku, malzemenin esnekliği ya da süslemesi gibi insan duygularıyla algılanabilen çeşitli unsur veya özlerinin oluşturduğu görünümüdür. 

Tasarımcılar ürünün işlev, fayda ve görünümüyle ilgilenirken; hukukçular ise sadece görünümü anlamaktadır. Tasarımın dallarını üç ana başlıkta toplamak mümkündür: Endüstri Tasarımı, Çevre Tasarımı ve Grafik Tasarım. Grafik Tasarımı Grafik tasarımı; görsel bir iletişim sanatıdır. Birinci işlevi de, bir mesaj iletmek ya da hizmeti tanıtmaktır. Grafik tasarımcı ise, okunan ve izlenen görüntülerin tasarımından sorumludur. Afişler, kitaplar, bilgi ve uyarı işaretleri, broşürler vb.. grafik tasarımın etkin olduğu yerlerdir. Asıl amacı da gerek iletişim, gerekse estetik kaliteyi en üst düzeye çıkarmaktır. Yaratıcılık bilgiyle bütünleşmekte ve teknolojiyle iletişim ortamına aktarılmaktadır.

Tasarımın amacını hiçbir zaman gözden uzak tutmamak koşuluyla kendilerine hayal güçlerini kullanma ve atak deneyler yapma olanağı vermiştir. Çelik borudan iskemle ve ev eşyaları ilk kez burada bulgulanmıştır. Savunduğu kuram ise İşlevciliktir. Globalleşen günümüz dünyasında görsel egemenliğin hakim olduğu ve yaşadığımız her hareket tasarım anlayışımız ve tanıtımla  günlük hayatın bir parçası hâline gelmiştir. Yaşantımıza renk ve anlam katan bir rol taşıyarak da her an her yerde karşımıza çıkmaktadır. 

Osmanlı dönemine baktığımızda özellikle tarihi kentlerimizdeki mimari yapılarda Selçuklu izlerini görmek mümkün. Selçukluların kentsel yerleşimleri geniş bir tasarım anlayışından ileri gelmektedir. Bu anlayış ibadethanelerin günümüz alış veriş merkezlerinin bir önceki versiyonunu ortaya koymaktadır.Osmanlı döneminde gelindiğinde külliyeler ziyaretçiler ve bu mekanlardan yaralanan toplulukların rahat hareketini sağlamaya yönelik olmuştur.Kullanılan malzemelerde işin ehli ön plana çıkmaktadır.Burada yol kavramı günümüzde Arnavut taşları diye adlandırdığımız küp taşların işçiliğini Arnavut asıllı işçilerin sanatsal etkileri ile tarihi mekanlara hayat verdiğini görüyoruz.Günümüzde kentsel dönüşüm alanlarında ve yeniden yapılanmaya yönelik çalışmalarda alan kullanımı dikkate alındığında bir dinginlikten uzak bir anlayışın hakim olduğu izlenimini vermektedir.Osmanlı kent kültüründe birlikte yaşam  ve bu alanlardaki ilkede önplana çıkan anlayışta arazi kullanımında işlevsel etkiler kendini göstermiştir.Örnek olarak çeşmeleri göstere biliriz.Osmanlıda kent anlayışı birlikte yaşamın verdiği olguyla öne çıkmaktadır.

Şehirleşme, bir kente kendi özel şahsiyetini ve kimliğini kazandırmaktır. Şehirleşme, etnik fenomenin aksine rasyonel bir yapıya sahiptir. Buna ek olarak şehirleşme "açık" bir özellik gösterir ve birçok konumda da kozmopolitandır. Etkili bir kentselleşme ile birlikte "açık" ve çoğu zaman kozmopolit bir yönelim sergileyen şehirler kendilerini köy özelliği taşıyan kasaba ve gecekondu semtleri oluşturmaktan alıkoyamazlar. Hammurabi zamanında, şehir tüccarlar örgütünün, ya da bu örgüt tarafından seçilmiş ticaret şeflerinin de içlerinde yer aldığı bir soylular  meclisi tarafından yönetilirdi. Belediye meclisi başkanı meclise başkanlık eder, adalet işlerine bakar, kamunun mallarını idare eder, vergileri toplar, şehir arazilerini yine şehir sakinlerine kontrat karşılığı kiralardı. Genel olarak şehirleşmenin hayatiyetinin dört önemli durumu vardır. Her şeyden önce; idari alan düşüncesi, şehir yönetimlerinin bir parçası olmalıdır. Belediye başkanı, belediye meclis üyeleri ve belediyenin memurları, şehir sakinlerini ve genel olarak tüm  halkı etkilemek zorundadırlar. İzlenen politikalar açık, anlaşılır ve doğru yöntemleri kanıtlar şekilde olmalıdır. Şu an yaşadığımız, piyasanın ve medyanın yönettiği bu çağda, iletişim ve halkın birbirleri ile olan bağlantısı, sağlıklı ve canlı bir şehirleşmenin önemli fonksiyonlarındandır. Şehrin altyapısı da estetik olması da hayli önemli bir konudur. Şehir görüntü açısından belirli bir düzeyde kaliteye ihtiyaç duyar. Ayrıca şehrin caddeleri, yolları, parkları, köprüleri ve binaları göze itap etmelidir ve şehrin kaliteli ve düzeyli bir biçimde kentselleşmesine katkıda bulunmalıdır.

Büyükşehirlerde sosyo-kültürel  hayatın kalbi olan yerlerde yönetimler ve fonksiyonel yoğunlaşmalar, özerk ilçelerle ve şehrin sosyal ve kültürel zayıflığıyla yakından ilgilidir. Tabi olarak esaslı bir şehirleşme için gerekli olan yukarda bahsi geçen dört durum sağlıklı bir ekonomik yapı ile yakından ilgilidir. Sosyal ve kültürel hayatta ekonomik faaliyetler çok önemli bir yere sahiptir. Daha önce söylenildiği gibi güçlü bir şehir ekonomisi, esaslı bir şehirleşme  için alt tabakadır. Ancak tersi de en az bunun kadar doğrudur. Şehir ekonomisinin güçlü  olması yine canlı ve güçlü bir kentleşmeye ihtiyaç duyar.

Osmanlılar fevkalâde imarcıdır. Yapıları kendi medeniyetine ait olmasa bile ihtimamla korur. İmar görülmediği hiçbir imparatorluk köşesi yoktur. Dişinden tırnağından arttıran mütevazı mahalle zenginleri bile, bir mescid yaptıramadığı takdirde bir çeşme yaptırır veya bir mektep tamir ettirir. Toplum anlayışı fevkalâde güçlüdür. Kendilerinden sonraki nesiller içinde şefkat fikri çok gelişmiştir. Bu gelişmeler içinde İslam dünyasında yer almıştır. Özellikle Etrüskler peyzaj konusunda önemli atılımlar yapmışlar, su öğesini en yoğun kullanan medeniyetlerden bir tanesi olmuştur. Aynı şekilde Osmanlılarda, heykelin o yıllarda yasak olmasından dolayı, çeşmeler, sarnıçlar ve diğer benzer elemanlar peyzajda sık olarak kullanılmıştır. Lale Devri Osmanlı İmparatorluğu zamanında peyzajın en üst düzeye çıktığı zaman aralığı olarak gösterilebilinir. Yürüyen tarihçi ve yazar Orhan Erdenen Boğaziçi Kendini Anlatıyor  adlı kitabında bazı can alıcı noktalara dikkat çekmemizi sağlıyor. Gravürleri, fotoğrafları, cildi ve zengin içeriğiyle göz dolduran eserde Erdenen’in elli yıldır adım adım dolaştığı Boğaziçi’nin tarihi, bugünü, arkeolojisi ve coğrafyası, imarı ve turistik özellikleri yanında silueti, kuşları, yalıları, kumsalları, seyir tepeleri, kuş ve kelebekleri, bitki örtüsü, dereleri ve suları, sebze ve meyveleri, afetleri, şarkıları, ressam ve yazarları, çeşme ve türbelerine kadar hiçbir nokta atlanmadan ele alınıyor. Boğaziçi’nin milli park ilan edilmesini isteyen Erdenen, "Ulus semti, Boğaziçi’ne atılmış ilk yumruktur” diye dile getiriyor. Diğer bir tesbitide II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra hem kendi dinlensin hem de halka huzur getirsin diye bir hamle olarak muazzam çeşme, eser ve yalı yaptırdı. Bostancı başı’nın tuttuğu deftere göre Haliç’ten Fenerbahçe’ye kadar tam 2500 tane yalı tespiti yapılmış. Bugüne ise 1. sınıf yalı olarak 67, toplamda ise 365 tane yalı kaldı. Birçoğu da Yılanlı ve Hasippaşa yalıları gibi bilerek yakıldı ve yıkıldı. Bugün Topkapı sarayının bulunduğu yer dünyanın en güzel peyzajı olarak kabul ediliyor.

Çatı bahçelerinin Türk mimarisinde en güzel örneklerini Topkapı Sarayının Haliç cephesinde görmekteyiz. Daha sonraları III. Sultan Osman’ın Asma Bahçeleri bunu takip etmektedir. Günümüze yakın örneklerini ise 1983’lü yıllarda Almanya’da görmekteyiz. Çatıların çatı bahçesine dönüşmesi yaygınlaşmıştır. Böylece çatı bahçelerinin ekolojik, ekonomik, estetik, psikolojik yararları daha iyi anlaşılmaktadır. Çatı bahçeleri bulunduğu binanın ekonomik değerini arttırmaktadır. Binaları sıcak soğuk mevsimsel değişikliklerden, ultraviole ışınlarından korumaktadır. Su izolasyonu sağladığı kadar ses izolasyonu da sağlamakta ve bina izolasyonlarının ömrünü arttırmaktadır. Çatı bahçelerinin estetik yararları ,ekolojik ve ekonomik yararları daha fazladır. Çatı bahçelerinde yapılabilecek sayısız tasarımlarla estetik harikalar oluşturulabilir. Şehir dokusunun kirli, çirkin, siyahi çatı örtülerini yeşilin binbir rengine dönüştürülür. Aydınlatma elemanlarının kullanımı ile bu mekanların 24 saat kullanımı sağlanmış olur. Günümüz Türkiye’sinde  plansız büyümelerin önüne geçmek için kentsel dönüşüm haberlerini dinliyor ve okuyoruz .Bazen bir şeyleri gözden kaçırıyoruz rant kavgasından birbirimizden uzaklaşıyor muyuz.Yeşil alanların daralmasıyla şehrin yükünü hafifleteceğimize ağırlaştırıyoruz.

 

 
 
 






 
toplam 71418 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol