Türk Ekonomisi ve
Dışa Açık Ekonomi Politikaları

Gerçekleştirilen reform politikaları, merkezden yönetim yerine piyasa mekanizmalarına giderek daha fazla ağırlık verilmesi biçiminde bir felsefe değişikliğini de beraberinde getirmiştir. Sermaye piyasalarındaki yeniden yapılanma ve gelişmeler sonucunda 1981 yılında Sermaye Piyasası Kanunu yürürlüğe girmiştir. Kanun'un amacı; tasarrufların menkul kıymetlere yatırılarak, halkın iktisadi kalkınmaya etkin ve yaygın bir şekilde katılmasını sağlamaktır. Ertesi yıl Türk sermaye piyasasında düzenleyici ve denetleyici görevlere sahip Sermaye Piyasası Kurulu oluşturulmuştur. 3 Ocak 1986 tarihinde ise Türk ekonomisinin gelişiminde son derece önemli bir rol oynayan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) faaliyete geçmiştir. Sağlanan vergi kolaylıklarının etkisiyle yatırım fonlarının hızla büyümesi ve yabancı yatırımcıların sermaye piyasalarına girişlerinin serbestleştirilmesi, İMKB'nin hızlı bir şekilde büyümesindeki etkenler arasındadır. İMKB'nda halen üç piyasa faaliyet göstermektedir. Bunlar; Hisse Senetleri Piyasası, Tahvil ve Bono Piyasası ile Uluslararası Pazar'dır.
İMKB Hisse Senetleri Piyasası'nda Ulusal Pazar, Bölgesel Pazar, Yeni Şirketler Pazarı, Gözaltı Pazarı ve Toptan satışlar Pazarı olmak üzere beş pazar bulunmaktadır. Hisse Senetleri Piyasası'nda Temmuz 1999 itibariyle toplam işlem hacmi 41.7 milyar dolara ulaşmış, günlük ortalama işlem hacmi ise 302 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Yabancı yatırımcılar, İMKB'nda işlem gören şirket sermayelerinin halka açık bölümünün %55'ini portföylerinde bulundurmaktadır.
Makro Ekonomik Gelişmeler
Tahvil ve Bono Piyasası; Kesin Alım Satım Pazarı, Repo-Ters Repo Pazarı ve Gayrımenkul Sertifikaları Pazarı'ndan oluşmaktadır. Temmuz 1999 itibariyle Tahvil ve Bono Piyasası'nda toplam işlem hacmi 366.9 milyar dolar, günlük ortalama işlem hacmi ise 2.6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. "Uzaktan Erişim Projesi" kapsamında Tahvil ve Bono Piyasası'nda kullanılmakta olan yazılım, piyasalara uzaktan erişimi sağlayacak şekilde değiştirilmiştir. Bu sistemin yakın gelecekte Hisse Senetleri Piyasası'nda da uygulanması planlanmaktadır.
ıMKB'nda ayrıca yabancı borçlanma araçları ile yabancı yatırım fon ve ortaklıklarının menkul kıymetlerinin doğrudan, yabancı şirketlerin hisse senetlerinin ise depo sertifikası olarak işlem gördüğü Uluslararası Pazar bulunmaktadır.
Avrasya Borsalar Federasyonu'nun (FEAS) dönem başkanı ve "Güneydoğu Avrupa ışbirliği Girişimi"nin (SECI) proje lideri olan İMKB, birçok uluslararası projenin yanı sıra bölgede ihraç edilmiş olan menkul kıymetlerin işlem görebileceği bir ortak işlem platformunun oluşturulması çalışmalarına da öncülük etmektedir.
Ekonominin dışa açılması ve ihracata dayalı sanayileşmenin sürdürülmesi amacıyla, özellikle kambiyo ve dış ticaret alanlarında da yeni düzenlemeler yapılmıştır. Türk Lirası için gerçekçi bir döviz kuru politikası izlenmesi ve döviz kurlarının piyasa güçlerince belirlenmesi yönünde politikalar geliştirilmiştir. Mayıs 1981'den itibaren, iç ve dış fiyat düzeylerindeki değişmeler ile ödemeler dengesi ve uluslararası döviz piyasalarındaki gelişmeler gözönünde tutularak, Merkez Bankası tarafından günlük olarak ayarlanan döviz kurları, 1988 Ağustos ayından sonra döviz piyasasında belirlenmeye başlanmıştır. Döviz piyasasının yanısıra, 1989 Nisan ayında Merkez Bankası tarafından altın piyasası da açılmıştır.
1984 yılından itibaren, kambiyo rejimi büyük ölçüde libe-ralleştirilmiştir. Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkında çıkarılan kararlar ve bunlara ilişkin tebliğlerle, döviz rejimine geniş ölçüde serbesti getirilmiş, bu suretle Türk parasının konvertibiliteye geçmesi için gerekli olan yasal çerçeve, 11 Ağustos 1989 tarihinde yürürlüğe giren "Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar" ile büyük ölçüde oluşturulmuştur. 9 Temmuz 1992 tarihinden itibaren ise Türk Lirası serbest bölgelerde "döviz" olarak kabul edilmekte ve buralardaki her türlü ödeme, döviz karşılığı Türk Lirası üzerinden yapılabilmektedir.
Türkiye'de yürürlükte olan döviz rejiminin esasları ve getirdiği yenilikler ana başlıklar altında şu şekilde özetlenebilir:
-
Türkiye'de yerleşik kişilerin beraberlerinde döviz bulundurmaları, bankalar, yetkili müesseseler ve özel finans kurumlarından istedikleri kadar döviz satın almaları, yurt dışına döviz transfer ettirmeleri ve bankalar nezdinde döviz tevdiat hesabı açmaları serbestisi getirilmiştir.
-
Türkiye'de yerleşik kişilerin müteahhitlik, turizm, ulaşım, bankacılık, sigortacılık gibi görünmeyen işlemler kapsamında elde ettikleri dövizlerin kullanımı, ilgililerin serbest tasarrufuna terkedilmiştir.
-
İşletmelerin finansman ihtiyaçlarının karşılanması için, işletme kredisi olarak yurt dışından kredi temin edilmesine imkan sağlanmıştır.
-
Türkiye'de yerleşik kişilerin yurt dışında ticari faaliyette bulunmaları ve yatırım yapmaları için sermaye ihraç etmeleri serbest bırakılmıştır. Sadece belirli miktarları aşan sermaye ihraçları, Hazine Müsteşarlığı ya da Bakanlar Kurulu'nun iznine tabi tutulmuştur.
-
Türkiye'de yerleşik kişilerin yurt dışına menkul kıymet ihraç etmeleri ve yurt dışında satmaları serbest bırakılmıştır.
-
Türkiye'de yerleşik kişilerin yurtdışına döviz üzerinden garanti ve kefalet vermeleri serbest hale getirilmiştir.
İhracatı teşvik eden yeni politikalar sonucunda sanayiciler, daha fazla dış piyasalara yönelmeye başlamışlardır. Dış pazarlara yönelik üretim yapma, özellikle sanayide kapasite kullanımını artırmış, tesislerin ölçeklerini genişletmelerine yol açmış ve yeni yatırımlara gitmelerine sebep olmuştur. Böylece, maliyetler aşağı çekilerek, Türk ekonomisinin dünya pazarlarındaki rekabet gücü artırılmıştır.
İhracat ile birlikte kalite yükselmiş, ambalajlar iyileşmiş, teknoloji gelişmiş ve modern işletmecilik kuralları uygulanmaya başlanmıştır. Dış pazarlar yakından izlemeye alınmış, uluslararası finansman kuruluşlarıyla ilişkiler artırılmış, ülkeye yeni pazarlama yöntem ve teknikleri getirilmiştir.
1980 sonrasında, kamu sektörü alt yapı, konut, eğitim, haberleşme ve ulaştırma alanlarında yatırımlarını yoğunlaştırmıştır. Özel sektör ise konut, imalat, ulaştırma, tarım ve turizm sektörlerindeki yatırımlara ağırlık vermiştir.
1996-2000 yılları arasında uygulanan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde kamu hizmetlerinin daha çok eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında yoğunlaştırılması kabul edilmiştir. özelleştirme ise kamu kesimini daraltmanın ve asli görevlerine döndürmenin aracı olarak görülmüştür. Ayrıca özel sektör faaliyetlerinin desteklenmesi ve piyasalara müdahalenin sınırlı tutulması hedeflenmiştir.
Özelleştirme
Özelleştirme uygulamalarının başla-dığı 1984 yılından itibaren çıkan sorunların aşılabilmesi için, çıkarılan 4046 sayılı kanun ile özelleştirme uygulamalarına ilişkin hukuki altyapı oldukça kapsamlı bir şekilde oluşturulmuştur. Telekomünikasyon ve enerji sektörlerindeki özelleştirilme uygulamaları için gerekli hukuki düzenlemeler ise 1995 ve 1997 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1985 yılından itibaren özelleştirme kapsamına alınarak, özelleştirme ıdaresi Başkanlığı'na devredilen kuruluş sayısı, 1999 yılı Ağustos sonu itibariyle 211'e ulaşmıştır. Bu kuruluşlardan 115'i sermayelerindeki kamu paylarının tamamı satılarak özelleştirilmiş, 22'si ise değişik nedenlerle özelleştirme kapsamından çıkarılarak eski statülerine iade edilmiştir. Halen özelleştirme kapsamında 74 kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşlardan 32 tanesinde kamu payı %50'nin üzerindedir. Uygulamanın başlangıcından 1998 yılı sonuna kadar, özelleştirme işlemlerinden sağlanan kaynaklar, 1 milyar doları GSM lisans satışları olmak üzere toplam 7 milyar dolara ulaşmıştır. önümüzdeki kısa ve orta vadeli dönemde, özelleştirme uyulamalarının ivme kazanması beklenmektedir.
Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)
Dünya Bankası verilerine göre, Türkiye 1980-1991 yılları arasında gösterdiği yıllık ortalama kişi başına %2.9'luk GSMH artışıyla 127 ülke arasında 16. sırada yer almıştır. Yine aynı kuruluş tarafından yayımlanan "1997 Dünya Kalkınma Göstergeleri" isimli rapora göre Türkiye, dünyanın yükselen devleri olarak nitelendirilen Çin, Brezilya, Rusya, Hindistan, Meksika, Arjantin, Endonezya, Tayland ve Pakistan ile birlikte dünyanın gelişme potansiyeli en yüksek 10 pazarı arasında yer almıştır.
Son yıllarda Türk ekonomisi, 1980 ve 1994 yılları hariç, iyi bir gelişme trendi yakalamıştır. GSMH yıllık ortalama olarak 1980-1990 yılları arasında %5.3, 1990-1995 yılları arasında %3.2 ve 1995-1997 yılları arasında ise ortalama %7.9 ile dünya ortalamasının üzerinde bir büyüme gerçekleştirmiştir. 1998 yılı başında enflasyonda kalıcı bir düşüş sağlamak, makro ekonomik dengelerde istikrarı oluşturmak amacıyla bütçe, borçlanma ve para programları üçer aylık dönemler itibariyle hazırlanarak yürürlüğe konmuştur. Yılın ilk yarısında programda öngörülen hedeflere ulaşılmış ve bu olumlu gelişmenin ardından Haziran 1999 tarihinde Uluslararası Para Fonu (IMF) ile 18 ay süreli "Yakın İzleme Anlaşması" yapılmıştır. Ancak 1997 ortalarında güneydoğu Asya'da başlayan krizin 1998 yılında daha da derinleşmesi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de finansal politikaları olumsuz yönde etkilemiştir. Nitekim enflasyonla mücadele politikalarının da etkisiyle 1998 yılında ekonomi ancak %3.8 büyümüştür. Bununla birlikte program hedeflerine büyük ölçüde ulaşılmış, enflasyon azalma kaydetmiş ve büyüme hızı programda öngörülen %3 hedefinin üzerinde gerçekleşmiştir. Dolar bazında Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) %5 oranında artarak 204 milyar dolara, kişi başına düşen milli gelir ise 1997 yılına göre %4.7'lik bir artışla 3224 dolara yükselmiştir.
Sektörel Büyüme Hızları
Tarımın Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYıH) içindeki payı, 1960'lı yılların sonunda %30 civarında iken, 1990'lı yılların başlarında %15'lere gerilemiş- tir. Buna karşılık sanayinin payı, aynı dönemde %19'dan %25'in üzerine çıkmıştır. GSYıH'nın 1998 yılı sektörel dağılı- mı incelendiğinde, tarımın bir önceki yıl %15.8 olan payının %17.6'ya yükseldiği, sanayinin payının ise %21.9'dan %19.6'ya gerilediği görülmektedir. Sanayi katma değerinin GSYıH içerisindeki payında yaşanan düşüşte, iç talep yetersizliğinden kaynaklanan imalat sanayii üretiminde görülen azalma etkili olmuştur. Özellikle tekstil, gıda, kimya, metal, makine-teçhizat sektörlerinde üretim daralmaları yaşanmıştır
Ülkede hizmet sektörü de dünya ekonomisindeki gelişmelere paralel olarak milli gelir içindeki payını artırmıştır. Hizmet sektörünün GSYİH içindeki payı 1980 öncesi %50'nin altında iken, bu oran 1995 yılında %59.4, 1998 yılında ise %62.7'ye yükselmiştir. 2000 yılında hizmet sektörünün GSYİH içindeki payının %65 civarında olacağı tahmin edilmektedir.
Ticaret sektörü milli gelire katkı açısından tüm hizmet sektörleri arasında en hızlı gelişen alt hizmet sektörüdür. Turizm sektörünü de kapsayan ticaret alt sektörünün GSMH'ya katkısının artmasında, turizmin son yıllardaki hızlı gelişimi önemli rol oynamıştır. Ancak 1997 yılından başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan küresel krizlerin, ticaret sektörü üzerindeki etkisi 1998 yılında kendini hissettirmiş; 1997 yılında %11.2 olan sektörün büyüme hızı, 1998 yılında %1.2'ye gerilemiştir. Hizmetler sektörünün yaklaşık %10'luk bir kısmını oluşturan inşaat alt sektörü de küresel krizlerden önemli ölçüde etkilenmiştir. 1998 yılında gerek verilen yapı ruhsatları gerekse yapı kullanma izin belgelerinde önemli oranlarda azalmalar meydana gelmiştir.
Dış Ekonomik ilişkiler
ve Ödemeler Dengesi
İkinci Dünya Savaşından sonra, uluslararası ticaret devamlı olarak dünya ekonomisindeki büyümenin üzerinde bir performans göstermiştir. 1990-1995 yılları arasında dünya üretimi yıllık ortalama olarak %2 artarken, dünya ticareti %6.2 oranında büyümüştür. Bu hızlı büyümenin en önemli nedeni ülkelerin giderek ticareti serbestleştirmeleri ve bu yöndeki müzakerelere ağırlık vermeleridir. Bu gelişmelerin sonucunda, sanayileşmiş ülkelerin ithalata uyguladığı vergiler, 1950'li yıllarda %40'lar civarında iken, bugün %3-4'ler seviyesine gerilemiştir. Dünyanın diğer bölgelerinde de aynı yöndeki politikalar ağırlık kazanmıştır. Türkiye de ithalat vergilerini Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin uyguladığı seviyelere çekmeye çalışmış ve 1995 yılında Gümrük Birliği Anlaşması imzalanmıştır.
1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Türkiye ve AB ülkeleri arasında yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması sonucunda, AB ülkeleri ile yapılan sanayi malları ticaretinde tüm korumalar kaldırılmış, diğer ülkeler ile olan ticarette de AB'nin Ortak Gümrük Tarifesi uygulanmaya başlanmıştır. Bu durum dış ticaret dengesinin 1996 yılında bir miktar bozulmasına neden olmakla birlikte, 1997 yılında ihracat %13 oranında artarak 26.2 milyar dolara, ithalat ise %11.3 oranında artarak 48.6 milyar dolara ulaşmıştır. Aynı yıl dış ticaret hacmi 74.8 milyar dolar, dış ticaret açığı da 22.3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Nitekim Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından 1997 yılında yayımlanan "Dünya Ticaretindeki Gelişmeler" adlı rapora göre, Türkiye dış ticaret hacmi en hızlı artan ve böylece dış ticaret dinamizmi en yüksek olan dünyanın 21 ülkesi arasında yer almıştır.
1998 yılında dış talepte bölgesel olarak yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle, bir önceki yıl hızlı bir gelişme gösteren ihracat artış hızı yavaşlamış; %2.7 oranında bir artışla 26.9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. ıthalat ise gerek iç talepteki daralma ve ekonomide yaşanan durgunluk gerekse petrol fiyatlarındaki büyük oranlı gerileme nedeniyle %5.4 oranında azalarak 45.9 milyon dolara düşmüştür. ıthalat ve ihracatta görülen azalmalar neticesinde dış ticaret hacmi de %2.6'lık bir azalma göstererek 72.9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Dış ticaret açığı ise bir yandan ithalatın gerilemesi diğer yandan da ihracattaki artış oranının nispeten düşük kalması sonucunda %15 oranında azalarak 18.9 milyon dolara inmiştir.
Türkiye'nin 1998 yılı dış ticaretini özellikle ihracatını değerlendirirken dünya ekonomisinde yaşanan olumsuz gelişmelerin etkilerinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir. çünkü 1998 yılında temel olarak maliyet gelişmeleri ve döviz kuru politikaları açısından rekabet gücünü ciddi boyutta etkileyebilecek olumsuz bir gelişme görülmemekle beraber, dış talepteki daralma ihracattaki artışın %2.7'de kalmasına yol açmıştır. Türkiye'nin ihracat pazarlarında rakip ülkeleri olan Uzakdoğu ülkelerinin paralarının yüksek oranlarda değer kaybetmesi de başta tekstil ve konfeksiyon olmak üzere bazı sektörlerin ihracat performansını olumsuz yönde etkilemiştir. Yine özellikle demir çelik sektörünün ana pazarını oluşturan bu ülkelerin talebindeki daralma, adı geçen sektörün ihracatını ciddi bir şekilde aşağıya çekmiştir.
Türkiye'de ihracat çeşitli şekillerde teşvik edilmektedir. Son yıllarda parasal teşvikler yerini üretim ve yatırım safhasındaki teşviklere bırakmıştır. Bu çerçevede Türk Eximbank aracılığı ile ihracatçıya kredi, garanti ve sigorta desteği sağlanmaktadır. Geniş anlamda bir ihracat teşvik aracı olarak, 1980 sonrasında ihracatta bürokratik formaliteler azaltılmış ve basitleştirilmiştir.
İhracatın ithalatı Karşılama Oranı
İlkede ihracatın ithalatı karşılama oranı 1990'lı yıllar boyunca %50'liler civarında gerçekleşmiş, 1994 krizi sırasında %77.8'e yükselmiştir. 1995 yılında %53.5 oranında artan ithalat, ithalatın ihracatı karşılama oranını %60.6'ya düşürmüştür. 1996 yılında da devam eden bu eğilim sonucunda, ihracatın ithalatı karşılama oranı %53.2 olarak gerçekleşmiştir. 1997 yılında %54.1 olan bu oran, 1998'de ithalatın azalması ve ihracatın artması sonucunda %58.7'ye yükselmiştir.
Dış Ticaretin Sektörel Yapısı
Türkiye'nin ihracatında 1980'li yıllarda önemli bir yapı değişikliği ortaya çıkmıştır. Tarım ürünleri ihracatının toplam ihracat içindeki payı, 1970'de %75 ve 1980'de %57 gibi çok yüksek düzeylerde iken, 1998 yılında %18.7 olmuştur. Sanayi ürünleri ihracatının payı ise 1970'deki %18 ve 1980'deki %36 düzeylerinden hızlı bir şekilde artarak 1998 yılında %77.4'e yükselmiştir. Ayrıca 1980 sonrası dönemde imalat sanayii ihracatının ürün birleşiminde de tarıma dayalı olmayan sanayiler lehine bir değişim ortaya çıkmıştır. Bu gelişme Türkiye'nin ekonomik yapısında gerçekleşmekte olan "sanayileşme yönünde yapısal değişim" olgusuyla da uyumlu bulunmaktadır.
Türkiye'de ithalatın yapısına bakıldığında ekonomik kalkınma ve sanayileşme çabalarının doğal bir sonucu olarak 1990'lı yıllarda yatırım ve hammadde ithalatı payının yıllık ortalama %85'in üzerinde olduğu görülmektedir.
Son yıllarda izlenen liberal politikaların sonucunda, Türkiye'nin ithalatında tüketim mallarının payı da hızla artmaya başlamıştır. 1980'li yılların başlarındaki %2 gibi çok küçük bir düzeyden, 1985 yılından itibaren %8-9 seviyelerine ve 1990'lı yıllarda da ortalama %12'nin üzerine çıkmıştır.
Türkiye bazı mallar itibariyle dünya ticaretinde ön sıralardadır. Hazır giyim, tütün, bazı metaller, meyve ve kabuklu yemişler gibi ürünlerde dünya ihracatındaki payı %5-10 arasında değişmektedir.
Dış Ticaretin Ülke Gruplarına Göre Dağılımı
Tür-kiye geleneksel olarak OECD ülkeleriyle daha fazla ticaret yapmaktadır. OECD ülkeleri 1998 yılında Türkiye'nin ihracat ve ithalatında sırasıyla %62.9 ve %72.9 oranlarında pay almışlardır. OECD içinde Avrupa Birliği (AB) ülkeleri önemli bir yer tutmaktadır. 1997 yılında %46.6 olarak gerçekleşen AB ülkelerinin toplam ihracat içindeki payı, 1998 yılında %50'ye yükselmiş ve 13.5 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirilmiştir. Aynı yıl AB ülkelerinden yapılan ithalat ise ülkenin toplam ithalatının %52.4'ünü oluşturmuştur. Görüldüğü gibi OECD ve AB ülkeleri Türkiye'nin dış ticaretinde önemli ve kalıcı bir yere sahiptir
AB ülkeleri arasında gerek ihracat ve gerekse ithalat bakımından en önemli paya sahip olan ülke Almanya'dır. Almanya, Türkiye'nin ihracat ve ithalatında daima birinci sıradaki yerini korumuştur. Tek başına Türkiye'nin toplam ihracatında beşte bir oranında paya sahip bulunan Almanya'dan yapılan ithalat oranı ise %15'ler seviyesindedir. ABD, ıngiltere, ıtalya ve Fransa da ülkenin diğer önemli ticaret ortakları arasında yer almaktadır. Sovyetler Birliği'nin 1990 yılında dağılmasından sonra, Rusya Federasyonu da Türkiye'nin dış ticaretinde giderek önem kazanmaya başlamıştır. Karadeniz Ekonomik ışbirliği Bölgesi içinde önemli bir ekonomik potansiyele sahip olan Rusya Federasyonu ile 18 Eylül 1984 tarihinde (eski Sovyetler Birliği dönemi) "Doğal Gaz Sevkiyatına Dair Anlaşma" imzalanmıştır. Bu anlaşma sonucunda taraflar arasındaki dış ticaret hacmi hızla artmıştır. Ayrıca 1989 yılında Türk Eximbank ile eski SSCB Dış Ekonomik ılişkiler Bankası arasında imzalanan Tüketim Kredisi Anlaşması da ticaret hacminin genişlemesine katkıda bulunmuştur. Bu olumlu gelişmeler sonucunda 1997 yılında Rusya Federasyonu'na 2 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirilerek 1996 yılına göre %36 oranında bir artış kaydedilmiştir. Ancak bu artış trendi 1998 yılında Rusya Federasyonu'nun içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle devam ettirilememiş; ihracat %34.4 gibi önemli bir oranda gerileme göstermiştir.
1980'li yılların başından itibaren özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki İslam ülkeleri, Türkiye'nin dış ticaretinde önemli bir konuma sahip olmuşlardır. Dış ticarette ikinci önemli ülke grubu olan ıslam ülkeleri, 1998 yılı itibariyle toplam ihracat içinde %16.2, toplam ithalat içinde ise %9.2'lik bir paya sahiptir.
Son yıllarda, Ekonomik ışbirliği Teşkilatı ve Karadeniz Ekonomik ışbirliği üye ülkeleri ile Türkiye arasındaki ticari ilişkiler giderek gelişmektedir. Karadeniz Ekonomik İşbirliği'ne üye olan Rusya Federasyonu ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı içinde yer alan Orta Asya Cumhuriyetleri, Türk ekonomisi ile tamamlayıcı bir ekonomik yapıda oldukları için gelecekte de çok önemli ticaret ortağı olabilecek ülkelerdir.
Ödemeler Dengesi
Türkiye'de ödemeler dengesi verileri büyük ölçüde döviz kayıtlarına dayanmaktadır. Bu kayıtların kaynağı olan bankalar sisteminde 7 kamu, 47 özel, 21 yabancı sermayeli banka ile Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası vardır. Bunların yanında döviz alım ve satımı yetkisine sahip kurumlar da döviz işlemleri yapmaktadırlar. Bilançoda ABD doları para birimi olarak kullanılmakta, diğer döviz cinslerinden oluşan işlemler de dolara çevrilerek gösterilmektedir.
Türkiye'nin ödemeler bilançosu tabloları 1984 sonrasında yapılan düzenlemelerle aylık, üçer aylık ve yıllık olarak yayınlanabilir hale gelmiştir. Böylece Uluslararası Para Fonu (IMF) ülkeleri içinde ödemeler bilançosunu aylık olarak çıkaran sayılı ülkelerden birisi de Türkiye olmuştur. ödemeler dengesi tablosu uluslararası kayıt sistemine uygun olarak Merkez Bankası'nın sorumluluğu altında hazırlanmaktadır.
Ödemeler dengesinde yer alan cari işlemler hesabının en önemli kalemi mal ticaretidir. Genel olarak ödemeler bilançosunun 1/2 ile 1/3'ü arasında yer tutar. Dış ticaret dengesinin zaman içinde ve özellikle 1988 yılından sonra hızla aleyhte bir gelişim göstermesi cari işlemler hesabını olumsuz yönde etkilemiş ve dış açığın büyümesinde etkili olmuştur. Türkiye ekonomisinde dış ticaret dengesi, 1994 yılındaki 5 Nisan Kararları dolayısıyla ortaya çıkan istisnai durum dışında gide- rek büyüyen bir açık vermiştir. ıhracat ve ithalatın milli gelir içindeki payı zamanla artmıştır. Fakat bu artış ithalat/GSMH oranında daha hızlı olmuştur. Dışa açılan ve AB ile Gümrük Birliği çerçevesinde entegrasyona giden Türkiye ekonomisi için bu gelişme normaldir. Dış ticaret açığı 1988 yılından sonra turizm gelirlerindeki büyüme ile bir ölçüde dengelenmiştir.
Cari işlemler hesabını olumsuz yönde etkileyen önemli bir diğer kalem dış borç faiz ödemeleridir. Buna karşılık, yıllık 3 milyar doların üzerinde gerçekleşen işçi dövizleri girişi önemli bir gelir kalemidir.
Hizmetler dengesi, ödemeler bilançosunda giderek büyüyen oranlarda fazlalık vermektedir. Çünkü Türkiye'de hizmet sektörü, dünya ekonomisindeki gelişmelere paralel olarak yurtiçi katma değerdeki payını artırmış ve dış ülkelere açılmıştır. Son yıllarda yurtdışında faaliyet gösteren Türk firmaları özellikle inşaat alanında büyük atılımlar gerçekleştirmişlerdir
Ödemeler bilançosunda fazlalık veren transfer dengesi, karşılıksız özel transferler ve karşılıksız resmi transferler olarak gösterilen işçi gelirleri ile diğer transferlerin toplamına ilişkin gelişmeleri göstermektedir. Yurtdışında 1999 yılı Mayıs ayı itibariyle 1 milyon 203 binin üzerinde Türk işçisinin bulunması, işçi dövizleri şeklinde ülkeye gönderilen özel karşılıksız transferlerin miktarını olumlu yönde etkilemektedir.
1997 yılında 2.6 milyar dolar açık veren cari işlemler dengesi, 1998 yılında 27 milyar dolar fazla vermiştir. özellikle işçi gelirleri (5.3 milyar dolar) ve diğer mal ve hizmet gelirlerinde gözlenen artışlar sonucunda, hizmet gelirleri ve kar şılıksız transferlerde yaşanan 4.4 milyar dolar tutarındaki net artış ile dış ticaret açığında meydana gelen azalma, cari işlemler dengesinin 2.7 milyar dolar fazla sonuçlanmasına neden olmaktadır.
Yabancı Sermaye ve
Serbest Bölgeler
Türkiye'de 1980'li yıllarda yabancı sermaye yatırımlarını teşvik için mevzuat ve idari açıdan önemli düzenlemeler yapılmıştır. 1980 yılında alınan 24 Ocak kararları ile yabancı sermaye yatırımları cazip hale getirilmiş ve 1986 yılının Şubat ayında yapılan ikinci bir düzenleme ile yeni kolaylıklar sağlanmıştır. Sonuç olarak yabancı yatırımcıların Türk yatırımcılarla aynı hak ve sorumluluklara tabii olması ilkesi kabul edilmiştir. Böylece yabancı yatırımcılar, hem Türk özel sektörüne açık olan bütün sahalarda yatırım yapabilmekte hem de yatırım teşviklerinden yararlanabilmektedir.
Yabancı sermaye politikasında yapılan değişiklikler etkisini açık olarak göstermiştir. 1980-1998 yılları arasında verilen yabancı sermaye izinleri toplamı 24 milyar doları geçmiş ve Mart 1999 itibariyle Türkiye'de faaliyette bulunan yabancı sermayeli firma sayısı 4640 olmuştur. 1998 yılında izin verilen yabancı sermaye tutarı ise 1.6 milyar doları geçmiştir.
Türkiye'de faaliyette bulunan yabancı sermayeli kuruluşlar, imalat sanayii ve hizmetler sektöründe yoğunlaşmışlardır. 1998 yılında verilen izinlerin içerisinde imalat sanayii %62, hizmetler ise %37 oranında pay almışlardır.
1998 yılı sonu itibariyle ülkede bulunan toplam yaban- cı sermayenin %90'ı OECD ülkeleri kaynaklıdır. OECD grubu içerisinde de AB ülkeleri birinci sırada yer almaktadır. Türkiye'nin AB ile gerçekleştirdiği Gümrük Birliği Anlaşması'nın 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesiyle özellikle Almanya, Hollanda, İtalya, Fransa, ABD, ıngiltere, İsviçre ve Belçika kaynaklı yabancı sermaye izinlerinde yüksek artışlar görülmüştür. 1998 yılında izin verilen yabancı sermaye içerisinde ilk üç sırayı Almanya, Hollanda ve ABD almıştır.
Türkiye'de yabancı sermaye ve teknoloji girişini hızlandırmak, ihracat için yatırım ve üretimi artırmak, ekonominin girdi ihtiyacını ucuz ve düzenli bir biçimde temin etmek, dış finansman ve ticaret imkanlarından daha fazla yararlanmak için, 1985 yılında "Serbest Bölgeler Kanunu" yürürlüğe girmiştir. 1987 yılında Mersin ve Antalya Serbest Bölgeleri açılmış ve 1998 yılı sonu itibariyle faaliyet gösteren serbest bölge sayısı 16'ya ulaşmıştır.
Halen faaliyette bulunan Mersin, Antalya, Ege, İstanbul Atatürk Havalimanı, Trabzon, İstanbul Deri, İstanbul-Trakya, Doğu Anadolu, Mardin, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), Samsun, Rize, İzmir-Menemen, Adana-Yumurtalık Serbest Bölgeleri'nde 1998 sonu itibariyle 1.831'i yerli, 352'si yabancı olmak üzere toplam 2.183 firma faaliyet göstermekte olup, 13.000 kişiye istihdam imkanı sağlanmaktadır.
Serbest bölgelerdeki firmaların 1988-1998 yılları arasında gerçekleştirdikleri ticaret hacmi 24 milyar doları geçmiştir. Serbest bölge uygulamalarının başlatıldığı 1988 yılında serbest bölgelerin ticaret hacmi 153 milyon dolar iken, bu bölgelerde 1998 yılında gerçekleştirilen ticaretin hacmi 7.7 milyar dolara ulaşmıştır. Serbest bölgelerde faaliyette bulunan yerli ve yabancı firmaların gelecek yıllarda daha iyi bir performans göstermesi beklenmektedir.
Ülkedeki serbest bölgelerin faaliyetlerinin ve sayısının artırılması yönündeki çalışmalar hızlı bir şekilde devam etmektedir. 1998 yılında Gaziantep serbest bölgesinin temeli atılmış, Sakarya ve Kocaeli il sınırları içinde kalan İpek Yolu Vadisi serbest bölgesinin de yer ve sınırları belirlenmiştir. Denizli, Bursa ve Şanlıurfa serbest bölgelerinin ise 2000 yılına kadar faaliyete geçirilmesi beklenmektedir.
Türk Dış
Müteahhitlik Hizmetleri
Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri, diğer sektörlerle olan ilişkisi, döviz kazandırıcı etkisi ve sağladığı istihdam potansiyeli bakımından Türk ekonomisi için büyük önem taşıyan hizmet alt sektörlerinden biridir. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ve toplam istihdam içinde ise %6'lık bir paya sahip olan müteahhitlik sektörü, 1970'li yıllardan itibaren yurtdışında önemli başarılar kazanmış ve uluslararası pazarda kalıcı bir yer edinmiştir. Türk müteahhitlik firmaları, faaliyet gösterdikleri ülkelerde başarıyla tamamladıkları işler sayesinde aranır hale gelmiştir.
Türk müteahhitlik hizmetlerinin yurtdışına yayılmasında, Ortadoğu ülkelerinde aldıkları işlerin büyük rolü olmuştur. İlk yurtdışı müteahhitlik hizmeti 1974 yılında Libya'da alınan bir liman inşaatı ihalesiyle başlamıştır. 1990'lı yılların başına kadar Türk müteahhitleri faaliyetlerini Libya, Suudi Arabistan ve Irak'ta yoğunlaştırmışlardır. Ortadoğu ülkelerinde faaliyet gösteren müteahhitlik şirketlerinin sayısı 1981-1988 yılları arasında 113'den 310'un üzerine çıkmıştır.
1990'lı yıllarda Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan ekonomik sıkıntılar ve politik belirsizlikler nedeniyle Türk müteahhitleri, Bağımsız Devletler Topluluğu, Doğu Avrupa ve Asya ülkelerine yönelmişler ve Rusya Federasyonu, Ukrayna, Kafkaslar, Orta Asya Cumhuriyetleri, Almanya, Pakistan ve Uzakdoğu'da önemli işler almışlardır. Türkiye'nin ana pazarlara yakın olması, işçi ve teknisyenler ile yapı malzemelerinin yurtiçinden temin edilmesini kolaylaştırmış; bu da Türk müteahhitlerinin başarılarını olumlu yönde etkileyen faktörlerden biri olmuştur.
Türk yurtdışı müteahhitlik hizmetleri bugün, dünya pazarlarındaki toplam uluslararası iş hacminin %2-3'üne sahiptir. Avrasya ve Rusya Federasyonu'nda yoğunlaşan ve faaliyetlerine 40'tan fazla ülkede 950 civarında proje ile devam etmekte olan müteahhitlik firmalarının bugüne kadar aldıkları işlerin ihale bedeli 45 milyar doların üzerindedir. Ayrıca bu firmalar yurtdışında üstlenmiş oldukları işlerde onbinlerce kişiye istihdam imkanı sağlamaktadır.
1972-1998 yılları arasında yurtdışında Türk müteahhitleri tarafından üstlenilen işlerde ağırlık bakımından Libya %35, Rusya Federasyonu %23, Suudi Arabistan %13, Orta Asya Cumhuriyetleri %11, Irak %4 ve diğer ülkeler %14 oranında pay almışlardır. 1990'lı yılların başından günümüze kadar olan dönemde ise Rusya Federasyonu'nda alınan işler, %40 oranı ile en büyük paya ulaşmıştır.
Dünyanın ileri teknolojileri ile çalışan ve yurtdışındaki iş hacmini giderek büyüten Türk müteahhitleri; Türkiye'de yeni inşaat teknolojileri kullanan ve kaliteli üretim yapan yapı malzemesi endütrisinin canlanmasına da büyük katkı sağlamışlardır. ınşaat sektöründe faaliyet gösteren firmalar, sektörün daha hızlı gelişebilmesi için ihtisas alanlarına göre dernekler, vakıflar veya birlikler halinde örgütlenmişlerdir
Bunların başında yer alan Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB), Türk müteahhitlerini ve müşavir firmalarını yurtiçi ve yurtdışın- daki faaliyetlerinde desteklemek, uluslararası girişimlerde bulunmak ve sektörün belli başlı sorunlarının çözümüne katkı sağlamak amacıyla, 1952 yılından bu yana hizmet vermektedir. TMB'ne ülkedeki işlerin %60'ını, yurtdışındaki işlerin ise %90'ını gerçekleştiren 94 büyük firma üyedir. TMB üyeleri tarafından yurtdışında yürütülen işlerle daha yakından ilgilenebilmek amacıyla kurulan Uluslararası Müteahhitler Birliği de, kardeş kuruluş olarak TMB ile aynı çatı altında hizmet vermektedir.
İnşaat sektörü, son dönemlerde iç pazardaki durgunluğun yanısıra, yaşanan global krizin bir uzantısı olarak Rusya Federasyonu ve diğer Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerindeki ekonomik sıkıntılar nedeniyle sorunlu bir dönem geçirmektedir. Yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinin yaşadığı durgunluğu gidermek amacıyla yeni dış pazar arayışına ağırlık verilmiştir. Nitekim, Afrika, Güney Amerika ve Güneydoğu Avrupa bölgelerinde yürütülen tanıma ve tanıtma faaliyetleri sonucunda, Etiyopya, Sudan ve Şili gibi ülkelerde Türk firmaları tarafından çeşitli işler üstlenilmiştir. Uzakdoğu'daki iş geliştirme faaliyetlerinin sonucunda ise Endonezya, Malezya, Tayland ve Filipinler'de iş alma başarısı elde edilmiştir.
Türkiye'de Konut Sektörü
1950'li yıllardan itibaren yıllık ortalama %6 civarında olan kentleşme ve %2'nin üzerinde gerçekleşen nüfus artış hızı, Türkiye'deki konut ihtiyacını önemli ölçüde artırmıştır. Konut sektöründeki yatırımların toplam yatırımlar içindeki payı, 1960 sonrası yıllarda %20 seviyesine ulaşmasına rağmen konut açığı giderek büyümüştür.
Türkiye'de konut ihtiyacının karşılanması için devletin gerekli tedbirleri alması gereği, 1982 Anayasası'nın 57. maddesinde; "Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler" hükmü ile yer almıştır. Bu bakımdan Türkiye'de konut talebinin karşılanabilmesi, orta ve dar gelirli vatandaşların konut sahibi yapılması ve konut sektörünün geliştirilmesine yönelik olarak devlet tarafından 1984 yılında Toplu Konut İdaresi Başkanlığı kurulmuştur. Bu idare 1984 yılından 1999 yılı mayıs ayına kadar yaklaşık 1.125.889 adet konutu kredilendirmiş ve bunların %90'a yakınının inşaatı tamamlanmıştır.
Tamamlanan bu konutların 1.043.450 adedi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın denetlediği ve Toplu Konut ıdaresi'nin kredi desteği sağladığı kooperatifler yolu ile inşa edilen konutlardır. 39.308 adedi belediyeler ile işbirliği içerisinde gerçekleştirilen projeler, 43.131 adedi ise idare mülkiyetinde bulunun arsalar üzerinde konut inşa ettirilmesi yolu ile gerçekleşmiştir.
Son yıllarda yenileme miktarı ile gecekondu bölgelerinin ıslah çalışmaları sonucunda ortaya çıkacak konut ihtiyacı da dikkate alınarak yapılan hesaplamalara göre, ülkede her yıl 400 binin üzerinde konut üretilmesi gerekmektedir. Konut üretimi için yeni kaynak yaratılması, küçük tasarrufların kullanılması ve sermaye piyasası imkanlarının geliştirilerek ilgili kurumların oluşturulması yönündeki çalışmalar sürdürülmektedir.
17 Ağustos 1999 tarihinde Türkiye'nin en fazla nüfus yoğunluğuna sahip, geniş bir bölgesinde meydana gelen Marmara depremi sonucunda, 15 binin üzerinde insan hayatını kaybetmiş ve yaklaşık 100 binin üzerinde ailenin de konutları yıkılmış veya kullanılamaz ölçüde hasar görmüştür. Hükümet tarafından, deprem sonrası bölgenin idari, sosyal ve teknik ihtiyaçları süratle tespit edilmiş ve üç aşamalı geçici iskan çalışmalarına başlanmıştır. Orta ve uzun vadeli dönem- de ise deprem bölgesinin bütününde afete duyarlı bir yerleşim planlamasının yapılması ve ülke genelindeki imar yönetmeliklerinin depreme karşı duyarlılık ve dayanıklılık açısından gözden geçirilerek revize edilmesi planlanmaktadır. ülke genelinde konut ve işyeri sigorta sisteminin zorunlu hale getirilmesi görüşü de, giderek yaygınlık kazanmaktadır.
Tüketicinin Korunması
Türkiye'de tüketici hakları birçok kanun ve mevzuat hükümleri ile güvence altına alınmıştır. 1980'li yılların başına kadar tüketicilerin korunmasına yönelik hizmetleri mahkemeler ve diğer görevli kamu kuruluşları yürütmüşlerdir. Bu konu 1982 Anayasası ile daha geniş bir şekilde ele alınmış ve Anayasanın 172. maddesi; "Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder" hükmünü getirmiştir. Böylece 1982 sonrası dönemde tüketici haklarının korunması ile ilgili faaliyetlere odalar, dernekler, vakıflar, diğer meslek kuruluşları ve gönüllü kuruluşlar da katılmışlardır. 1996 yılında bir de Tüketici Konseyi oluşturulmuştur. Bu konsey tüketicilerin eğitimi ve bilgilendirilmesi, örgütlenmelerinin teşviki ve mevzuat uyumlaştırılması gibi konularda çalışmalar yapmaktadır.
Tüketicilerin korunmasına yönelik olarak tüm il ve ilçe merkezlerinde hakem heyetleri kurulmuştur. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un uygulanmasından doğacak anlaşmazlıkların çözümü için Türkiye'nin her noktasında görev alabilecek Tüketici Mahkemeleri kurulması çalışmaları ise devam etmektedir.
Tüketicilerin eğitim ve bilgilendirilmesi çalışmaları Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, meslek kuruluşları ve tüketici örgütleri tarafından düzenlenen toplantılar ya da dergi-kitap türü yayınlarla devam etmektedir. Bu çalışmalar yazılı ve görsel basın tarafından da desteklenmektedir. Ayrıca ilk ve orta dereceli okulların ders programlarına 1996-1997 öğretim yılından itibaren tüketicinin korunması ve tüketici haklarına ilişkin üniteler eklenmiştir.
Ülkede ayrıca rekabeti bozucu anlaşma, devralma, karar ve uyumlu davranışların etkin bir şekilde kontrol altına alınması, tekelleşmelerin ve hakim durumun kötüye kullanılmasının önlenmesi, piyasada çalışan tüm teşebbüsler arasında fırsat eşitliğinin, tüketicilerin hak ve çıkarlarının korunması amacıyla 1994 yılında Rekabetin Korunması Hakkında Kanun yürürlüğe girmiş ve Rekabet Kurumu oluşturulmuştur. BM, OECD gibi uluslararası kuruluşların, Avrupa Birliği'nin ve diğer ülkelerde faaliyet gösteren benzer kuruluşların, rekabetin korunmasına ilişkin çalışmalarını yakından izleyen Rekabet Kurumu ayrıca özelleştirme uygulamalarında rekabet kurallarının işlemesini sağlayan tedbirleri de almaktadır
Çevrenin korunması konusu Türkiye gündemindeki yerini korumaktadır. Çevre Bakanlığı koordinasyonunda kurulan Çevre Teknik Komitesi, öncelikli olarak çözüme kavuşturulması gereken çevre sorunlarını tespit etme görevini üstlenmiştir. Çevre Bakanlığı, temel politikaların geliştirilmesi yanında, diğer ilgili kuruluşlar arasındaki koordinasyonu da sağlamaktadır.
Ülkede kamu kuruluşlarının yanısıra sivil toplum örgütleri de çevrenin korunmasına yönelik çalışmaları desteklemektedirler. Toplumda çevre bilincinin oluşturulması ve konu ile ilgili duyarlılığın artırılması için yazılı ve görsel basın da önemli katkılar sağlamaktadır. Ayrıca kamu idarecileri ile sanayici ve tüccarların meslek örgütleri arasında uyumlu bir ilişki kurulmuştur.
Türkiye'de giderek yaygınlaşan Organize Sanayi Bölgeleri çevrenin korunması açısından önemli görevler üstlenmişlerdir. Sanayide daha sağlıklı şartlar altında üretim yapılabilmesi için sanayicilerin ve diğer işletmelerin kendilerine tahsis edilmiş bölgelere taşınması isteğe bağlı olmayan kanuni bir zorunluluktur
Çevre politikalarının sektörel politikalara entegrasyonunun sağlanmasına yönelik olarak Dünya Bankası'nın mali desteği ile Ulusal çevre Stratejisi Eylem Planı hazırlanmaktadır. ülke genelinde katı atık yönetimi politikalarını belirlemek üzere Dünya Bankası tarafından desteklenen proje çalışmalarına, Çevre Bakanlığı koordinasyonunda devam edilmektedir.
Oluşumundan yok edilişine kadar tehlikeli atıkların kontrolünü sağlamak üzere Ağustos 1995'te Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği yürürlüğe girmiştir.
Halen yürürlükte olan Zararlı Kimyasal Madde ve ürünlerinin Kontrolü Yönetmeliği gereğince, 'Tehlikeli Kimyasal Madde ve ürünlerin Genel Sınıflama ve Etiketleme Kuralları Tebliği' hazırlama çalışmaları yapılmaktadır. Gürültü Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği, Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği ve çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği revizyon çalışmaları ise devam etmektedir. Hükümetler egzoz gazlarından kaynaklanan hava kirliliğinin önlenmesi için ölçüm, denetim, yakıt, iyileştirme, teknolojik değişim ve trafik düzenlemeleri ile ilgili bugünün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenecek kanunların bir an önce yürürlüğe girmesi yönünde büyük gayret göstermektedirler.
Türkiye çevrenin korunması konusunda bölge ülkeleriyle işbirliğinin geliştirilmesine büyük önem vermektedir. Karadeniz çevre Programı'na Karadeniz'de kıyısı bulunan ülkelerle birlikte katılmakta, Akdeniz'in Kirliliğe Karşı Korunması Projeleri'nde de aktif bir şekilde rol almaktadır. İkili çevre işbirliği anlaşmaları çerçevesinde Macaristan ve İsrail ile yıllık uygulama programları kabul edilmiş, Kırgızistan ve Tacikistan ile çevre alanında yine ikili işbirliğini öngören anlaşmalar imzalanmıştır
İKTİSADİ
SEKTÖRLERDEKİ
GELİŞMELER
Dünyaya Açılan Türk Sanayii
Para ve Bankacılık
Turizm Ülkesi Türkiye
Madencilik - Ormancılık
Enerji Tarım ve Hayvancılık
Ulaştırma Haberleşme
Fuarlar ve Ticari Tanıtım
Reklamcılık ve Halkla İlişkiler
İnanç Turizmi
Dünyaya Açılan
Türk Sanayii
Türkiye'de 1963 yılından itibaren uygulanan beşer yıllık planlı dönemler boyunca, "yüksek büyüme hızları" ve "sanayileşme yönünde yapısal değişim" temel hedefler olarak alınmıştır. Benimsenen sanayileşme stratejileri ve izlenen ekonomik politikalar, 1980 öncesi ve sonrası dönemlerde büyük bir farklılık gösterir. 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Programı ve devamında izlenen politikalar, daha önce her 8-10 yılda bir yürürlüğe konan istikrar programlarından farklı olarak ekonomi ve sanayileşme politikasında daha köklü bir değişikliği yansıtmaktadır. Nitekim para, maliye, dış ticaret ve döviz kuru politikalarında radikal değişiklikler yapılmış ve "ithal ikamesine dayalı-iç piyasaya yönelik" sanayileşme yerine "ihracata dayalı-dışa yönelik" sanayileşme yönünde bir dönüşüm gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
1980 sonrası dönemde, sanayi kesiminin desteklenmesi üretim aşamasında yoğunlaştırılmış ve yabancı sermaye teşvikleri artırılmıştır. Sanayi kesimindeki bu yapısal değişim, imalat sanayii üretimi içinde ara ve yatırım mallarının artırılmasıyla sağlanmaya çalışılmıştır. Yatırım malları içinde, karayolu taşıtları, elektriksiz makinalar ve madeni eşya üretimi ilk sıralarda yer alırken, ara malları üretiminde ise petrol ve demir-çelik ürünleri en fazla paya sahip olmuşlardır. Ayrıca ara ve yatırım malları ithalatı önemli ölçüde kolaylaştırılmıştır. Böylece sanayinin ihtiyacı olan yeni teknolojiler ve modern pazarlama yöntemlerinin ülke içindeki kullanımı yaygınlaştırılmıştır.
Özellikle 1980'li yılların ikinci yarısından itibaren, hükümetler sanayi sektöründe altyapı yatırımlarını hızlandırmak ve daha iyi şartlarla kaynak ihtiyacını karşılayabilmek için, "yap-işlet-devret" modelini devreye sokmuşlardır. Sermaye piyasasına yönelik olarak ise, öncelikle küçük tasarrufların sanayiye yönlendirilmesini sağlamak amacıyla gerekli önşartlar hazırlanmış ve 1981 yılındaki bir kanun ile Sermaye Piyasası Kurulu oluşturulmuştur. Bu önlemlere paralel olarak, bankacılık hizmetleri modernleştirilmiş ve uluslararası işlemlerin daha da hızlandırılabilmesi için, gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Sanayileşme politikasının vazgeçilmez önşartlarından olan ulaştırma ve haberleşme hizmetlerinin iyileştirilmesi konusuna ise özel bir önem verilmiştir.
Önemli bir bölümü 1980 yılında başlatılan ve ihracata yönelik düzenlemelerle birlikte döviz kazandırıcı faaliyetleri teşvik eden önlemler, sanayinin rekabet gücü kazanması ve ihracatın artırılması yönünde büyük katkılar sağlamıştır. Türkiye'de açılmış bulunan serbest bölgeler ve uluslararası fuarlar ise Türk sanayiinin gelişmesi ve dünya pazarlarıyla bütünleşmesi yönünde oldukça etkili olmuşlardır. Sanayi kesiminin gelişmesine yönelik olarak gösterilen bütün bu gayretler sonucunda, Türkiye'nin toplam ihracatında sanayi ürünlerinin payı, 1980-1998 yılları arasında %36'dan %77.4 seviyesine yükselmiştir.
Sanayi sektöründeki büyümenin esas kaynağı, özel sektörün yatırımları ve dinamizmidir. Son yıllarda mevcut sanayi yapısının iyileştirilmesi çalışmalarına paralel olarak, kamu kesiminin yürüttüğü iktisadi faaliyetlerin özelleştirilmesi çalışmalarına hız verilmiştir. Kamu kesiminin sanayi üretimine yönelik olarak yaptığı yatırımlar da azalmıştır. Ayrıca Türk özel sektörü tarafından yürütülen Araştırma-Geliştirme (AR-GE) faaliyetleri, 1990'lı yılların ortasından itibaren devlet tarafından sistemli bir şekilde desteklenmeye başlanmıştır. Ayrıca 1995 yılında AR-GE faaaliyetlerinin devlet yardımlarıyla desteklenmesine ilişkin mevzuat yürürlüğe girmiştir.
Dünya pazarları ile bütünleşme yönünde yürütülen çalışmalar bütün hızıyla devam etmektedir. Türk sanayii, elde ettiği tecrübe ve birikimlerle Ortadoğu, İslam ülkeleri ve 1990 sonrası dönemde bağımsızlığını kazanmış Orta Asya Cumhuriyetleri başta olmak üzere tüm dünya ülkelerinde yapılmakta olan ortak yatırımları üstlenebilecek ve yönlendirebilecek bir seviyeye ulaşmıştır
Son yıllarda, Türkiye'ye yapılan iş ziyaretlerinde büyük artışlar olmuştur. Ortak yatırım projelerinin desteklenmesi amacıyla, Türkiye'deki tüccar ve sanayicinin en önemli meslek kuruluşlarından biri olan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), esnaf ve sanatkarların en üst meslek kuruluşu olan Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK), sanayici ve işadamları dernekleri, özel firmalar ve vakıflar tarafından çeşitli faaliyetler yürütülmektedir.
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın (GSYİH) sektörel dağılımı incelendiğinde, sanayi sektörünün 1997 yılında %21.9 olan payının 1998 yılında %19.6'ya düştüğü görülmektedir. Sanayi sektörü genel eğilime uygun olarak %9.1 gibi yüksek oranlı bir büyüme hızı ile başladığı 1998 yılında, ancak %1.8 oranında bir büyüme göstermiştir. Sanayi katma değerinin GSYİH içerisindeki payında yaşanan düşüşte, imalat sanayii üretiminde görülen azalma etkili olmuştur. Toplam sanayi üretimindeki payı %8.5 civarında olan ve 1996 yılında %7.7, 1997 yılında %12.3 artan imalat sanayii üretimi, 1998 yılının ilk yarısında da büyüme eğilimini devam ettirmiştir. Ancak, yılın ikinci yarısından itibaren önemli ölçüde iç talep yetersizliğinden kaynaklanan bir üretim daralması yaşanmıştır. 1997 yılında %79.4 olan imalat sanayii kapasite kullanım oranı da, 1998 yılı sonu itibariyle %76.6'ya gerilemiştir. Bununla birlikte toplam ihracatın %77.4'ünü oluşturan sanayi ürünleri ihracatı, 1998 yılında bir önceki yıla göre %5.6 oranında artış göstererek 20 milyar 866 milyon dolara yükselmiştir.
Ülkede özellikle 1980'li yılların başından itibaren altyapı maliyetlerini azaltmak ve sınai faaliyetlerin çevreye zarar vermesini önlemek amacıyla, yeni sanayileşme stratejilerinin geliştirilmesine de büyük önem verilmiştir. Bu bakımdan, organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerinin kurulması ve ülke genelinde yaygınlaştırılması fikri, giderek daha fazla destek görmektedir. Nitekim ülkenin çeşitli bölgelerindeki 294 adet küçük sanayi sitesindeki toplam işyeri sayısı, 1998 yılı sonu itibariyle 70.603'e ulaşmıştır. Ayrıca ülkede 1998 yılı sonuna kadar, toplam 10.160 hektarlık alanda 43 adet organize sanayi bölgesi hizmete açılmıştır. 1999 Yılı Yatırım Programı'nda ise büyük bir kısmı devam eden 222 adet küçük sanayi sitesi projesi yer almakta olup, 38.577 işyerinin bulunacağı bu küçük sanayi sitelerinin bitirilmesi ile yaklaşık 230.000 kişiye istihdam imkanı sağlanacaktır. Yine 1999 Yılı Yatırım Programı'nda etüd-proje aşamasında 45, kamulaştırma aşamasında 9, inşaat işleri devam eden 174 proje olmak üzere toplam 228 adet organize sanayi bölgesi yatırımı yer almış, kalkınmada öncelikli yörelerdeki organize sanayi bölgesi yatırımlarının 13 adedi tamamlanmıştır.
Avrupa Birliği ve Türkiye arasında 1996 yılından itibaren yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması, Türk sanayiinin rekabet gücünü olumlu yönde etkilemiştir. Çünkü daha ucuz ve kolay bir şekilde ithal edilebilen ara ve yatırım malları, sanayi kesiminde yapılan üretim kalitesini yükseltmektedir. Türk sanayiinde üretim kalitesini yükseltebilmek, rekabet gücünü artırabilmek ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerin ekonomileriyle uyum sağlayabilmek için, 1996 yılında yürürlüğe giren kanun ve kararnameler şunlardır
-
Dünya Piyasalarıyla Bütünleşme ve AB ile Gümrük Birliği çerçevesinde Rekabetin Korunması Hakkında Kanun,
-
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun,
-
Patent Haklarının Korunması,
-
Endüstriyel Tasarımların Korunması,
-
Coğrafi ışaretlerin Korunması,
-
Markaların Korunması Hakkında çıkarılan kanun hükmündeki kararnameler.
Yapılan mevzuat düzenlemeleri ile sanayinin uluslararası rekabet gücünün artırılması yanında, yabancı sermayenin ülkeye gelişinin hızlandırılması amaçlanmıştır. 1999 yılında ise kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartname ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıkların "Uluslararası Tahkim" yolu ile çözümlenmesine olanak tanıyan Anayasa değişikliği yapılmış ve böylece yabancı sermayenin ilgi duyduğu başta enerji olmak üzere otoyol, köprü, tüp geçit ve baraj gibi yüksek kaynak ve ileri teknoloji gerektiren projelerin önü açılmıştır. Nitekim dünya ile bütünleşme politikalarına uygun olarak desteklenen yabancı sermayenin ülkeye girişi devam etmektedir. Yerli firmaların teknolojisini ve rekabet gücünü olumlu yönde etkileyen bu gelişme, firmaların AB ve dünya pazarlarına açılmalarını kolaylaştırmaktadır. Bunlarla birlikte, iç ve dış piyasalarda rekabeti bozan unsurların ortadan kaldırılması da öncelikli hedefler arasında yer almaktadır
Tekstil ve Konfeksiyon Sanayii
Türk tekstil ve konfeksiyon sanayii, ülke kalkınmasında lokomotif görevi yapan önemli bir yere sahiptir. Dünya pamuk üretiminde altıncı sırada bulunan Türkiye, tekstil ve konfeksiyon konusunda da dünyanın önemli üreticileri arasında yer almaktadır. Sektör üretiminin %70'i ihraç edilmektedir. İhraç edilen ürünlerin %80'ini pamuklu ürünler oluşturmaktadır.
Türk tekstil ve konfeksiyon sanayii, günümüzde dünyanın önde gelen 10 ülkesindeki tekstil üreticisi rakipleri ile rekabet edebilecek seviyeye ulaşmıştır. Son yıllarda özellikle boya-baskı-apre ve konfeksiyon sanayiinde kapasite artışları gerçekleştirilmiş, iplik ve dokuma alt sektörlerinde modernizasyon ya da yenileme yatırımları ağırlık kazanmıştır. Tekstil makineleri teknolojisinde de son yıllarda kaydedilen önemli gelişmelere paralel olarak, özellikle dokuma sanayiinde faaliyet gösteren büyük işletmeler makina parklarını hızla yenilemektedir.
Tekstil ve konfeksiyon üretiminde son derece dinamik bir yapıya sahip olan Türk özel sektörünün payı %95'lere ulaşmıştır. Ayrıca yabancı sermayeli çok sayıda firma mevcuttur. Sektörde yaklaşık 4 milyon kişi istihdam edilmektedir. Vasıflı işgücü konusunda herhangi bir sorunla karşılaşılmamaktadır. Tekstil ve konfeksiyon üretiminin en yoğun olduğu şehirler arasında İstanbul, Bursa, Denizli, Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş, Kayseri, Antalya, Mersin ve Malatya bulunmaktadır.
Sektördeki ihracat gelirlerinin, %75'i hazır giyim ve %25'i tekstilden elde edilmektedir. Türkiye, 1997 yılında hazır giyim ihracatında dünyada altıncı sırada yer almıştır. Hazır giyim sektörünün 1998 yılı ihracatı ise bir önceki yıla göre %5.6 oranında artış göstererek 7 milyar doları aşmıştır. Avrupa Birliği ülkelerine yapılan tekstil ve konfeksiyon ihracatında Türkiye, Çin'in hemen arkasından başı çekmektedir. Ülkeler bazında ise Almanya, ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda ve Rusya Federasyonu, Türkiye'nin en önemli pazarları arasında yer almaktadır.
Türk hazır giyim sanayicileri sektörle ilgili tüm gelişmeleri yakından takip etmekte, ISO 9000, ISO 14000 gibi kalite ve çevre yönetim sistemlerini, "ecolabel" gibi çevre ile ilgili diğer uygulamaları derhal benimsemektedir. Sektör mensubu girişimciler, Avrupa, Doğu Avrupa, Ortadoğu, Kuzey Afrika ülkelerinde, Bağımsız Devletler Topluluğu'nda ve Orta Asya Cumhuriyetleri’nde ortak yatırımlar yapmaktadır. Ayrıca sektör temsilcileri uluslararası tekstil ve konfeksiyon örgütlerinde de başarılı çalışmalarda bulunmaktadır.
Deri Sanayii
Türk deri sanayii gerek üretim değeri gerekse ihracat potansiyeli açısından ülkenin en önemli sektörlerinden biridir. Sahip olunan deneyim, teknolojik düzey ve yüksek üretim kapasitesi nedeniyle ülkede deri işleme sanayii çok gelişmiştir. Özellikle Tuzla, Menemen ve Çorlu Organize Deri Sanayii Bölgeleri'nin devreye girmesi ile deri işleme kapasitesinde önemli bir artış meydana gelmiştir. Deri ve deri mamulleri sektörü, imalat sanayiindeki %2.2, toplam sanayi istihdamındaki %1.5'lik payıyla Türkiye'nin 10. büyük sanayi koludur. Bir milyar doların üzerinde ihracat gerçekleştiren sektörün, yurtiçinde yabancı turistlere doğrudan yapılan satışları ise 1.5 milyar doları bulmaktadır. En fazla ihracat yapılan ülkelerin başında Almanya, Fransa ve Rusya Federasyonu gelmektedir.
Gıda Sanayii
Gıda sanayii, sanayi sektöründe oluşturulan toplam katma değer içinde %20'lik bir paya sahiptir. Katma değer oluşumu ve verimlilik bakımından, özel sektör kuruluşlarının açık farkla önde olduğu görülmektedir.
Gıda sanayiinde faaliyet gösteren özel sektör kuruluşları veya işletmeleri, Batı Anadolu ve Marmara bölgelerinde, buna karşılık kamuya ait olanlar ise Orta Anadolu'da yoğunlaşmışlardır. Türkiye'de kamu kesimi gıdayla ilgili olarak özellikle şeker, çay, tütün ve alkollü içki üretimi yapmaktadır. Bununla birlikte, 1990'lı yıllarda kamuya ait gıda kuruluşlarının önemli bir bölümü özelleştirilmiş, geriye kalanlar da özelleştirme programına alınmışlardır. Gıda sanayii, daha çok küçük ve orta ölçekli işletmelerin ağırlıklı olduğu bir sektördür. Sektörde istihdam edilen kişi sayısı 250 bin civarındadır.
Türkiye'de gıda maddelerinden et, süt ve süt ürünleri, un ve unlu mamüller, şeker, alkollü ve alkolsüz içecekler, tütün, sebze ve meyvelerin değerlendirilmesi ya da işlenmesi, bitkisel ve hayvansal yağ ve su ürünleri üretim kollarında 25 binin üzerinde firma faaliyet göstermektedir. Tütün üretimi bakımından son derece uygun çevre şartlarına sahip olan Türkiye, dünyanın en önemli tütün üreticisi ülkesi durumundadır. 1998 yılında 590 milyon dolarlık tütün ihracatı gerçekleştirilmiştir.
Türkiye'de un ve unlu mamüller, dondurulmuş sebze ve meyveler, domates salçası ve konserveler, çekirdeksiz kuru üzüm ve kuru kayısı gibi geleneksel gıda ürünleri üretimi giderek artmaktadır. Bu ürünler dünyanın hemen hemen her yöresine ihraç edilmektedir. Ayrıca ülkede üretilen zeytinyağı ve sofralık zeytin, fındık, şeker ve şekerli mamüller, lokum ve helva dünya çapında bir üne sahiptir.
Meyve ve sebze konserveleri ihracatının en önemli kalemini, domates salçası oluşturmaktadır. ülkede bol miktarda domates üretimi yapılması ve sektörün teknolojik yenilikleri yakından izlemesi Türkiye'nin bu alanda rekabet üstünlüğü kazanmasını kolaylaştırmaktadır.
Yüksek kalite ve fiyatların uygunluğu nedeniyle uluslararası piyasalarda rekabet üstünlüğü sağlamış bir diğer gıda alt sektörü de makarna sanayiidir. Dünyanın önemli makarna ihracatçısı ülkeler arasında olan Türkiye'nin makarna ihracatı hızlı bir şekilde büyümektedir.
Günümüzde Türk girişimcileri, gıda sanayiinde geleneksel becerilerini modern teknolojinin imkanlarıyla birleştirerek ve yeni pazarlama yöntemleri uygulayarak dünyaya açılmaktadırlar.
Otomotiv Sanayii
Türk otomotiv sanayiinin temelleri 1950'li yıllarda atılmıştır. İlk kez 1954 yılında askeri jip ve kamyonet montajıyla başlayan otomotiv sanayii üretimi, ticari kamyon ve otobüs montajlarıyla devam etmiştir. Otomobil üretimi alanında ise ilk ciddi seri üretime 1966 yılında geçilmiştir. Otomobil'de OTOSAN ile başlayan üretim, daha sonra TOFAŞ ve RENAULT firmalarının yatırımları ile hızla gelişerek devam etmiştir.
Türkiye'de otomotiv sanayiinin istikrarlı bir gelişme göstermesine imkan veren gelişmeler 1980'lerden sonra meydana gelmiştir. Aynı dönemde talepteki artış ithalata da yansımıştır. 1990 yılında başlayan Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde otomotiv sektörünü ilgilendiren bir dizi önlem alınmıştır. Bu önlemlerle otomobil ithalatında koruma oranları önemli ölçüde düşürülmüş, yıllık 100 bin adet üretim kapasiteli yeni yatırımlara ve yeni model üretimine özel teşvikler getirilmiştir.
Benzer teşvikler otomotiv yan sanayiine de sağlanmıştır. Ayrıca otomotiv ana ve yan sanayii özel önem taşıyan sektörler kapsamına alınmıştır. 1990'da indirilen gümrük vergilerinin özendirdiği ithalatta görülen aşırı artış, yurtiçi üretimin azalmasına neden olmuştur. Bununla beraber yerli otomotiv firmaları da yeni yatırımlara yönelmiş, mevcut ürünlerin yanında daha modern teknolojiler ile üretilen araçları ve özellikle son yıllarda da yeni modellerini piyasaya sürmüşlerdir. Ayrıca mevcut servis ve bakım ağlarını güçlendirerek ithal araçlara karşı avantaj sağlamışlardır.
Ülkede otomotiv sektöründe üretim yapan 18 firmanın 14'ü Avrupa Birliği kökenlidir. 1998 yılında 239.937 adet otomobil, 104.565 adet ticari araç ve 60.500 adet traktör olmak üzere toplam 405.002 motorlu taşıt aracı üretilmiştir. Aynı yıl 179.724'ü ithal olmak üzere 477.960 adet motorlu taşıt aracı satılmıştır. 1998 yılı otomotiv ana ve yan sanayii ihracatı ise 1.5 milyar dolara yaklaşmıştır.
Otomotiv sanayii gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de teknolojik gelişmenin temelini oluşturmaktadır. Bu sanayinin kurulması ile Türkiye'de başta demir çelik olmak üzere lastik, plastik, cam gibi temel sanayiler yanında özellikle parça üreten yan sanayide çok önemli gelişmeler olmuştur. Kuruluş halindeki savunma sanayiinin de temel taşını otomotiv sanayi oluşturmaktadır.
Otomotiv sektörü diğer sektörlerde rastlanmayan ölçüde ana sanayii, yan sanayii, yetkili bayii ve servisleri ile bir bütünlük içindedir. Bu bütünlük "Toplam Kalite" felsefesinin her alanda benimsenmesi ile hayata geçirilmektedir. Bu suretle tüketicinin korunmasında ve ürün kalitesinin uluslararası ölçeklere ulaşmasında önemli gelişmeler sağlanmıştır. Sektörün en önemli gücü çok iyi yetiştirilmiş olan insan kaynağıdır. Sektör ekonomi içinde doğrudan ve dolaylı olarak yarım milyon kişiye iş imkanı sağlamaktadır.
Kimya Sanayii
Türk kimya sanayii 1950'lerden bu yana önemli gelişmeler kaydetmiştir. Bu tarihten önce tamamen ithalat yoluyla karşılanan yurtiçi talep, bugün %60 oranında yurtiçi üretim ile karşılanabilmektedir. Kimya sanayii üretimi, toplam imalat sanayii üretimi içerisinde %7lik bir paya sahiptir. Gün geçtikçe büyüyen bu sanayi dalı ülkede birçok sektöre girdi sağlamaktadır. 1998 yılı ihracatı 1.03 milyar dolar olan kimya sanayii, diğer sektörlere sunduğu girdiler bakımından da ihracata dolaylı olarak önemli katkılar sağlamaktadır. Özellikle deri ve tekstil sektörlerine getirdiği katkıdan ötürü, sektörün ihracatının artmasına ve kalitesinin yükselmesine etkisi büyüktür. Ülkede kimya sanayii alanında 270'i büyük ölçekli olmak üzere toplam 970 işletme faaliyet göstermektedir.
Kimya sanayii alt sektörlerinden olan Eczacılık Sektörü, üretim ve ihracat imkanına sahip, katma değeri yüksek olan sektörlerden biridir. Yıllık ortalama 100 milyon doları geçen ihracatı ve gelişmiş ülkeler düzeyindeki üretim teknolojisi ile ülke ekonomisinde dikkate değer bir yere sahiptir. Özellikle ilaç sanayii, 1984 yılında yürürlüğe giren "İyi Üretim Uygulamaları"nın (GMP-Good Manufactoring Practices) gerektirdiği yatırımları yaparak teknolojik gelişimini hızlandırmış, Avrupa Birliği ülkeleri ile kıyaslanabilir bir teknolojik düzeye ulaşmıştır. İlaç üretiminde kullanılan hammaddelerin yaklaşık %80'i ithalatla sağlanmakta ve 4007 çeşit ilaç üretilmektedir.
Elektronik Sanayii
En son teknolojik ürünlerin Avrupa ile aynı zamanda piyasaya sunulduğu Türkiye'de, elektronik sanayii hızla gelişen sektörlerden biridir. Girdi konusunda dışa bağımlılığı büyük çapta devam eden sektör, tasarım ve teknolojisini önemli ölçüde üretir hale gelmiş, Avrupa pazarlarında rekabet edebilir bir seviyeye ulaşmıştır.
1998 yılı elektronik sanayii toplam üretimi 1989 yılına göre %102'lik bir artışla 1.15 milyar dolardan 2.34 milyar dolara yükselmiştir. Toplam üretim tutarındaki artışa paralel olarak, ihracat da 1989 yılına göre %574'lük bir artışla 186 milyon dolardan 1.256 milyon dolara ulaşmıştır. 1989 yılından bugüne her yıl artan bir trend gösteren ihracat, Türk elektronik sanayiinin genellikle ihracata yönelik üretim yaptığını göstermektedir.
1998 yılı elektronik sanayii toplam ihracatının %70'ini tüketim cihazları alt sektörü oluşturmuştur. Renkli televizyon ihracatı bu alt sektörün en önemli mal grubudur. Nitekim bir önceki yıla göre %89.5 oranında artan renkli televizyon ihracatı, 1998 yılında 736 milyon dolara ulaşmıştır.
Dayanıklı Tüketim Malları
Türkiye'de beyaz eşya sektörü canlı bir dönem yaşamakta ve sektöre olan talep gün geçtikçe artmaktadır. Sektör teknolojik gelişmelere anında ayak uydurabilmekte; üretim, pazarlama ve servis ağları bakımından rakiplerini zorlamakta ve yüksek rekabet gücü elde etmektedir. Sektörün ülke genelinde gelişmesinin bir başka nedeni de ürün genelindeki düşük doymuşluk oranlarıdır. Bu nedenle potansiyel talep yüksek olmakta, yeni üreticiler ve stratejik ortaklar piyasaya girebilmektedir. Nitekim son yıllarda dünyaca tanınan yabancı firmaların ülke piyasasına girişi artmıştır. Gümrük Birliği ile birlikte Bosch-Siemens Grubu ve İtalyan Merloni Türkiye pazarında üretim ve pazarlama faaliyetlerine başlamıştır. Nihai tüketicilerin satış sonrası hizmet konusunda hassas davranması ve ürün alırken yaygın bayi-yetkili servis ağlarının varlığına dikkat etmesi, piyasada kalıcı bir yer edinmek isteyen yabancı üreticilerin yerli firmalar ile ortaklık kurmalarına yol açmıştır. Sektör ürün bazında net ihracatçıdır.
Kuyumculuk
Türkiye'de kökleri çok eskilere dayanan bir kuyumculuk geleneği vardır. Anadolu'da yerleşmiş birçok medeniyetten etkilenen kuyumculuk sanatı, özellikle Osmanlı döneminde en parlak dönemini yaşamıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul, dünyanın en önemli kuyumculuk merkezi haline gelmiştir. Nitekim Türk kuyumculuk sanayii, bugün, sahip olduğu bu zengin kültürel mirası, yeni ve modern tekniklerle birleştirmek suretiyle dünya çapında haklı bir üne kavuşmuştur. Telkari, Savat ve Hasır gibi sadece Türkiye'ye özgü geleneksel teknikler de büyük ilgi görmektedir. ülkenin ihracatçı sektörleri arasında çok yeni olmasına rağmen kuyumculuk sanayii, özellikle son yıllarda çok iyi bir performans göstermiştir. Nitekim 1995 yılında 60 milyon dolar olan mücevher ihracatı, 1998 yılında 217 milyon dolara ulaşmıştır. ıhracatın neredeyse tamamı gümüşten yapılan mücevher mamullerinden oluşmaktadır. En fazla ihracat yapılan ülkeler arasında Almanya, Amerika ve Japonya yer almaktadır
Para ve Bankacılık
Türkiye'de para politikaları, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından yönlendirilmektedir. Banknot çıkarma yetkisi de, bir Anonim Şirket gibi kurulmuş olan Merkez Bankası'na bırakılmıştır. Merkez Bankası'nın emisyona gitmenin dışında para politikasını yürütmek, para arzını düzenlemek, bankalara kredi vermek, para politikası araçlarını oluşturmak ve döviz kurlarını belirlemek gibi görevleri bulunmaktadır. Döviz kurları, Merkez Bankası'nın denetiminde ve serbest piyasa şartlarında oluşmaktadır. Merkez Bankası politikalarında Hazine Müsteşarlığı önemli bir ağırlığa sahiptir. Bu kurum, özellikle bankacılık sisteminin çalışmasına ve yönlendirilmesine katkıda bulunmaktadır.
Türkiye'de bankacılık sektörü, 24 Ocak 1980 kararlarına paralel olarak uygulamaya konan Yapısal Uyum Programı'nın öncesine kadar, yerli ve yabancı bankaların piyasaya girişine kapalı, faiz oranlarının idari kararlarla belirlendiği bir yapı göstermiştir. 1980 sonrası yeni dönemde ise ortaya konan finansal politikalar, sektörde varolan kısıtlayıcı düzenlemeleri kaldırmış ve bu yolla rekabet ortamının gelişmesini sağlamıştır. Yerli ve yabancı bankaların giriş ve çıkışlarının kolaylaştırılması ve faizlerin serbestleştirilmesi gibi liberal politikaların uygulamaya konulması da bankacılık sektörü- ne canlılık getirerek hızla büyümesine sebep olmuştur. Uygulanan liberal politikalar sayesinde sisteme yeni giren bankalar ile birlikte kamu sektörünün sistem içindeki ağırlığı da azalmıştır.
Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği'ni daha da geliştirmeyi ve dünya finans piyasaları ile bütünleşmeyi hedef alan Türkiye'de, bankacılık sektöründe gerçekleştirilen reformların hayati önem taşıdığı hükümetler tarafından sürekli vurgulanmaktadır. Nitekim bankacılık sektörü karları sürekli olarak artış göstermiş ve sektörün toplam aktifleri 1998 yılı sonunda bir önceki yıla göre cari fiyatlarla %91, dolar bazında %25 oranında büyüyerek 117.4 milyar dolara ulaşmıştır. Toplam aktiflerin milli gelire oranı ise %71.4 olmuştur. Bankacılık sektörünün mali sektör içerisindeki payı %70'lerin üzerinde bulunmakta, Merkez Bankası da dahil edildiğinde bu oran %90'ların üzerinde gerçekleşmektedir. Bu gelişmeler doğrultusunda, Türkiye'de faaliyet gösteren bankalar müşterilerine verdikleri hizmetleri hızlı bir şekilde çeşitlendirmiş, teknolojik bir rekabet içerisine girmiş ve hizmet kalitesini artırıcı elektronik bankacılığa yönelmişlerdir. Bu dönem içinde göze çarpan başka bir gelişme de, banka portföylerinin içerisinde gittikçe daha fazla öneme sahip olan menkul kıymetlerdir. Menkul kıymetler cüzdanının toplam aktifler içindeki oranı, 1980-1998 yılları arasında %3.7'den %14'ler seviyesine çıkmıştır.
Türk bankacılık sisteminde Temmuz 1999 itibariyle 61'i ticari banka, 19'u kalkınma ve yatırım bankası olmak üzere toplam 80 banka faaliyet göstermektedir. Sistemde 4'ü mevduat bankası, 3'ü de kalkınma ve yatırım bankası olmak üzere 7 kamu bankası bulunmaktadır. Ticari bankaların 4'ü kamu, 36'sı özel, 21'i ise yabancı sermayeli bankalardır. İlkede faaliyette bulunan bankaların toplam 7.370 şubesi ve 166.492 personeli bulunmaktadır.
Türkiye'de bankaların tabii olduğu yasal düzenlemeler, kamu ve özel bankalar arasında kuruluş ve yönetim bakımından da farklılıklara sebep olmaktadır. Kamu sermayeli bankaların bazıları özel yasalarla kurulurken, İktisadi Devlet Teşekkülü statüsünde olanlar Bakanlar Kurulu kararı ile bankacılık faaliyetlerine başlayabilmektedirler. Özel sermayeli bankalar ise Bankalar Kanunu ile birlikte Türk Ticaret Kanunu hükümlerine bağlı olarak faaliyette bulunmaktadırlar.
Ülkede son dönemde bankacılık sektöründeki en önemli gelişme, 23 Haziran 1999 tarihinde yürürlüğe giren 4389 sayılı Bankalar Kanunu'dur. Bu kanunla gerek mevduat sahiplerinin haklarının korunması gerekse sistemin uluslararası piyasalarda rekabet edebilir bir yapıya kavuşturulması bakımından getirilen yeni hükümler, bankacılık sistemine uluslararası standartlara uygun yasal bir çerçeve kazandırma amacını taşımaktadır. Bu çerçevede bankaların kuruluşuna, denetimine, banka sahipleri ve yöneticilerinde aranan niteliklere ilişkin olarak, eski kanunda yer alan birçok kural uluslararası uygulamalar da dikkate alınarak yeniden düzenlenmiştir. Kanunla getirilen en önemli yenilik ise denetim yetkisinin daha etkin bir şekilde kullanılabilmesi amacıyla, siyasi otoriteden bağımsız karar alma yetkisine, idari ve mali özerkliğe sahip "Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu"nun kurulmuş olmasıdır.
Türk mali sisteminde 1984 yılından itibaren özel finans kurumları da faaliyet göstermeye başlamıştır. Özel finans kurumları kendi öz sermayelerinden başka, yurtiçi ve yurtdışından özel cari hesaplar ya da kar ve zarara katılma hakkı veren hesaplar yoluyla fon toplayıp ekonomiye kanalize etmektedirler. Temmuz 1998 itibariyle, Türkiye'de özel finans kurumu kapsamına giren 6 kuruluş ve 112 şubesi bulunmaktadır. Özel finans kurumlarının toplam mali sektör içindeki payı da %2 civarındadır.
Sigortacılık
Türkiye'de 1990 yılından sonra o zamana kadar dondurulmuş olan yerli ve yabancı sigorta şirketlerinin piyasaya girişine izin verilmiş ve daha önce idari kararlar ile belirlenen sigorta tarife sisteminde; hayat sigortaları, süresi bir yılı aşan sağlık sigortaları ve zorunlu sigortalar hariç tarife serbestisi uygulanmaya başlanmıştır. Bu da sektöre geçmiş yılllara oranla daha fazla canlılık getirmiş ve hızlı bir büyüme sağlanmıştır. Nitekim 1998 yılında sigortacılık sektörü, 301 milyon doları hayat dalında olmak üzere 1.784 milyon dolar prim üretmiştir.
Ülkede sigorta teminatı zorunlu ve ihtiyari olmak üzere iki türlü uygulanmaktadır. Zorunlu trafik sigortasından ayrı olarak, patlayıcı maddeler ihtiva eden işyerleri ve çalışanları, otobüs yolcuları, kaynak atölyeleri, oto tamirhaneleri vb. işyerleri zorunlu sigorta uygulamasına tabidirler.
1998 yılı sonu itibariyle Türkiye'de 65'i ilk sigorta ve 4'ü reasürans şirketi olmak üzere toplam 69 şirket faaliyet göstermektedir. Sermaye yapılarına göre bu şirketlerin 2'si kamuya (özelleştirme programına alınmıştır) aittir. 17'sinde ise yabancı sermaye katılımı vardır. Büyük bir bölümü hayat sigortası alanında çalışan bu şirketlerin bankalar hariç, Türkiye düzeyinde birlikte çalıştıkları toplam 13.975 sigorta acentası bulunmaktadır. ülkede Başbakanlığa bağlı Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'ndan izin alınmak suretiyle sigorta şirketi kurulabilmektedir.
Madencilik
Türkiye maden yatakları, çeşitlilik ve rezervleri bakımın-dan oldukça zengin bir ülkedir. Maden yatakları açısından birçok madende dünyanın en büyük rezervlerine sahiptir. Krom, mermer, trona ve manyezit gibi rezervlerin yanında dünya bor rezervlerinin üçte ikisi Türkiye'de bulunmaktadır. İlkede bugün madencilik sektöründe 53 farklı maden ve mineralin üretimi yapılmaktadır. Kamu sektörü mineral yakıtlar ve metalik cevher üretiminde ağırlığını korurken, özel sektör endüstriyel minerallerin üretiminde yoğunlaşmıştır.
İlkede madencilik faaliyetlerinin başlangıcı,1810'lu yıllara kadar gitmektedir. Bakır üretimine 1812, kömür üretimine 1849 yılında başlanmıştır. Krom yatakları ise 1848 yılında bulunmuş, bu madenin ileri teknoloji ile değerlendirilmesine 1930 yılında başlanmıştır. Madenciliğin büyük yatırımlar gerektirmesi ve özel sermayenin sınırlı olması sebebiyle, 1933 yılında dönemin Ekonomi Bakanlığı'na bağlı olarak çalışan "Petrol Arama ve İşletme İdaresi" ve "Altın Arama ve İşletme İdaresi" adıyla iki kuruluş meydana getirilmiştir. Bu kuruluşlar yerlerini 1935 yılında kurulan "Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü"ne bırakmışlardır. Maden arama, işletme ve değerlendirme çalışmaları, daha sonraki yıllarda da aynı hızla sürdürülmüştür. Türkiye'de üretilen en önemli madenlerden bazıları şunlardır:
Taşkömürü
Batı Karadeniz'deki Zonguldak-Ereğli havzasında bol miktarda bulunan taşkömürü, 1937 yılında devletleştirilmiş ve kalori değeri yüksek olduğu için uzun yıllar evlerde yakacak olarak kullanılmıştır. Daha sonra alınan bir kararla sadece sanayide kullanılmaya başlanmıştır. İlkenin taşkömürü rezervi 1.1 milyar ton olup, bunun yaklaşık %82'si koklaşabilir özelliktedir. Yıllık ortalama 2.5 milyon tondan fazla taşkömürü üretilmektedir. Ülkede taşkömürü üreten tek kuruluş olan Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, yeraltı madencilik yöntemi ile 5 müessesede işletme faaliyetlerini sürdürmektedir.
Linyit ve Ham Petrol
Türkiye'nin hemen her bölgesinde linyit yataklarına rastlanmaktadır. Bilinen linyit yataklarının en önemlilerini Afşin-Elbistan, Muğla, Soma, Tunçbilek, Seyitömer, Beypazarı ve Sivas havzaları oluşturmaktadır. ülkenin toplam linyit rezervleri 8.4 milyar ton olup, yıllık linyit üretimi 60-65 milyon ton civarındadır. Ülke linyit rezervleri bakımından dünyada yedinci ve üretim sıralamasında ise altıncı durumdadır. Linyit madenciliğinin ekonomiye katkısı esas itibariyle enerji üretimi alanında olmaktadır.
Ham petrol ise Türkiye'de ilk defa 1940 yılında Güneydoğu Anadolu'da Raman Dağı eteklerinde bulunmuştur. Daha sonraki yıllarda yeni petrol kuyuları açılmış ve ham petrol üretimi 1980 yılında 2 milyon 370 bin ton olmuştur. 1991-1993 yılları arasında yıllık bazda 4 milyon metrik tonu geçen ham petrol üretimi, 1998 yılında 3 milyon 224 bin metrik ton olarak gerçekleşmiştir. Ham petrol üretiminde sağlanan artışlar, büyük ölçüde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı tarafından gerçekleştirilen çalışmaların sonucunda sağlanmıştır. Sektörde linyit ve ham petrol üretimi, toplam üretimin yaklaşık %60'ını karşılamaktadır. Ayrıca yurtdışında petrol arama ve üretimine yönelik girişimlerde de bulunulmaktadır. Bu kapsamda Mısır ve Kazakistan'da ortak arama sonucu tespit edilen sahalarda, sınırlı da olsa, petrol üretimi çalışmaları sürdürülmektedir.
Demir Cevheri
Ağır sanayinin en önemli hammaddesi olan demir cevheri, başta ıç Anadolu'da Sivas ve Kayseri illeri olmak üzere, ülkenin çeşitli yörelerinde çıkarılmaktadır. Yıllık üretim 6 milyon tonun üzerindedir.
Son yıllarda bakır, krom, bor minerali, alüminyum, kurşun, civa, kükürt, zımpara taşı ve lületaşı yanında, mermer üretimi de giderek artmaktadır. 5.2 milyar metreküp mermer rezervine sahip olan ülkede, mermer sektöründe entegre üretim yapan tesislerin artmasıyla işlenmiş mamul üretiminde büyük artışlar sağlanmıştır. Nitekim madencilik sektöründe mermer ve sert taş ihracatı ilk sırayı almaktadır. Ülkenin toplam doğal taş ihracatı ise 1998 yılında 128.52 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.
40 milyon ton krom rezervi bulunan ülkede üretilen kromun büyük bir bölümü hammadde, bir miktarı da ferrokrom olarak ihraç edilmektedir. Ayrıca dünyanın en büyük ikinci trona yatağı 1979 yılında Ankara Beypazarı'nda tesbit edilmiştir. 240 milyon tonluk bu kaynağın ekonomiye kazandırılması için çalışmalar devam etmektedir.
1998 yılında madencilik faaliyetlerinin Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) içindeki payı %1.3 civarındadır. 1994 yılından sonra madencilik sektöründe görülen en önemli gelişme, 1989 sonrası dönemde sürekli gerileyen ihracatın tekrar artış sürecine girmesi olmuştur. Bu gelişmede dünya ekonomisindeki canlanmaya bağlı olarak ülkenin geleneksel ihraç ürünlerine olan talebin artmasının yanı sıra, fiyat artışları da etkili olmuştur. 1998 yılında madencilik ürünleri ihracatının toplam ihracat içerisindeki payı %1.9 olmuş ve 531.6 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirilmiştir. Madencilik sektörü ithalatı içinde ise ham petrol ve doğal gaz en önemli ürünler olmaya devam etmektedir. Toplam sektör ithalatı için harcanan döviz miktarı yıllık 3 milyar dolar civarındadır.
Enerji
Türkiye'de enerji tüketiminde taşkömürü, linyit, petrol, doğalgaz, hidrolik ve jeotermal enerji, odun, hayvan ve bitki artıkları gibi birincil enerji kaynakları ile güneş enerjisi kullanılmaktadır. Elektrik enerjisi ve kok ise ikincil enerji kaynağı olarak değerlendirilmektedir. Nükleer enerjiden yararlanabilmek için de çalışmalar sürdürülmektedir.
Birincil enerji ve elektrik tüketim değerlerinde son 40 yılda önemli gelişmeler sağlanmıştır. Bu dönemde birincil enerji tüketimi yıllık ortalama %5 ve elektrik tüketimi ise %11 civarında artış göstermiştir. Bu yüksek artış hızlarına rağmen, kişi başına birincil enerji ve elektrik tüketim değerleri gelişmiş ülke ortalamalarının gerisinde bulunmaktadır. Birincil enerji tüketimi 1997 yılında 73.3 milyon ton petrol eşdeğeri düzeyinden, 1998 yılında %1.1'lik bir artışla 74.1 milyon tona ulaşmıştır. Böylece kişi başına enerji tüketimi 1.168 kilogram petrol eşdeğerine yükselmiştir. 2000 yılında kişi başına birincil enerji tüketiminin 1.382 kilogram petrol eşdeğerine ulaşacağı tahmin edilmektedir.
1990-1995 yılları arasında yürürlüğe konmuş olan Altıncı Beş Yıllık Plan döneminde birincil enerji üretimi yılda %0.9 oranında artarak, dönem sonunda 26.3 milyon ton petrol eşdeğerine ulaşmıştır. 1997 yılında 27.7 milyon ton petrol eşdeğeri olan birincil enerji üretimi, 1998 yılında %4 oranında artarak 28.8 milyon ton petrol eşdeğerine yükselmiştir. Böylece ülke toplam birincil enerji talebenin yaklaşık %39'u yurtiçi kaynaklarla karşılanabilmiştir.
Türkiye'de enerji üretimi, büyük oranda kamu kuruluşları tarafından gerçekleştirilmektedir. İretimin talebi karşılamadığı enerji türleri, ithalat yoluyla sağlanarak tüketiciye sunulmaktadır. Ülkedeki enerji talebinin ortalama %60'ı dış kaynak kullanımı ile karşılanmaktadır. Dış kaynak içerisinde en büyük pay petrolündür. Son yıllarda doğalgaz kullanımında da önemli artışlar olmuştur.
Yurtiçi kaynakların geliştirilmesi politikası çerçevesinde, 1980'li ve 1990'lı yıllarda üzerinde en çok durulan ve yatırım yapılan kaynaklar, linyit ve hidrolik enerji olmuştur. 1998 yılında ticari üretimin dörtte üçü bu kaynaklardan sağlanmıştır. Linyit termik santralleri, toplam enerji kurulu gücün 1980 yılında %20.9'una ve 1990 yılında %30'una ulaşarak, hidrolik enerji santrallerinden sonra enerji üreten ikinci önemli kaynak haline gelmiştir. Daha sonra düşüş eğilimine giren linyit termik santrallerinin toplam enerji kurulu güç içerisindeki payı 1997 yılında %27.6, 1998 yılında %26.6 olmuştur.
1998 yılında Türkiye toplam elektrik enerjisi kurulu gücü, 23.352 megawatta, ortalama üretim kapasitesi ise 111 milyar kilowatt saate ulaşmıştır. Fiili elektrik üretiminde hidrolik santraller %38, linyit santralleri %29.5 ve doğal gaz santralleri yaklaşık %22.3'lük paya sahiptir. Kişi başına düşen brüt elektrik tüketimi, 1970-1998 yılları arasında 244 kilowatt saatten 1797 kilowatt saatin üzerine çıkmıştır. 1998 yılında enerji sektöründe gerçekleştirilen yatırımların %39.7'si kamu, %60.3'ü ise özel sektör kaynaklıdır
Türkiye'de birincil enerji talebinin 2000 yılında 93 milyon, 2010 yılında ise 179 milyon ton petrol eşdeğerine ulaşması beklenmektedir. Yapılan tahminlere göre birincil enerji üretimi ise 2000 yılında 31 milyon, 2010 yılında 52.2 milyon ton petrol eşdeğeri olacaktır.
Orta ve uzun dönemde enerji sektöründe ihtiyaç duyulan yatırımların karşılanmasında devlet kaynaklarının yanısıra özel sektörün de giderek daha ağırlıklı rol almasını sağlamak amacıyla, elektrik sektöründe özelleştirme çalışmaları başlatılmıştır. Ayrıca gerekli hukuki düzenlemeler yapılarak, özel sektör ve yabancı sermayenin Yap-İşlet-Devret, Yap-İşlet ve İşletme Devri Hakkı yatırım modelleri ile sektöre girmeleri sağlanmış, otoprodüktör sisteminin uygulanmasına kolaylıklar getirilmiştir. Yürürlüğe giren yasal düzenlemelerle, yerli ve yabancı sermaye şirketlerinin hidroelektrik, jeotermal ve nükleer enerji alanları dışında elektrik enerjisi üretmek üzere, kendi tesislerini kurmalarına ve ürettikleri elektriği pazarlamalarına imkan sağlanmıştır.
Tarım ve Hayvancılık
Türkiye, tarım ve hayvancılık bakımından bölge ülkeleri arasında önemli bir yere sahiptir. Tarım üretimi yıllar bazında giderek artmaktadır. İlke gerek coğrafi ve gerekse iklim şartları yönünden tarım ürünleri üretmeye çok elverişli olduğu için, tarımsal üretimde ve özellikle gıda maddeleri üretiminde dünya üzerinde kendi kendine yeterli az sayıda ülkeden biridir. Sektördeki üretim artışı özellikle 1963 yılında başlayan planlı dönemle birlikte hızlanmış ve yıllık büyüme hızı uzun dönemde ortalama %3.3 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran aynı dönemlerdeki ortalama yıllık nüfus artış hızının (%2.2) üzerindedir. Planlı dönem öncesinde üretim artışı, büyük ölçüde ekim alanlarının artmasına ve hayvan sayısının çoğalmasına bağlı iken, 1963 yılından sonraki artış, tarım teknikleri ve girdi kullanımındaki olumlu gelişmelere ve dolayısıyla verimlilikteki yükselişe bağlıdır. Verimlilik; ikinci üretim, üretim tekniğinin gelişmesi, kimyasal gübre, tarımsal ilaçlar, sulama, suni tohumlama, yem, damızlık hayvan sayısı ile mekanizasyon gibi üretim girdilerindeki artışa bağlı olarak zaman içinde artmıştır. 1990 yılından sonra özel sektörün tohumluk alımındaki olumlu faaliyetleri, bitkisel ürünler verimliliğinin artışında etken bir faktör olmuştur. Yine aynı dönemde, hayvancılık alanında verim artırıcı suni tohumlama, hayvan hastalık ve zararlıları ile mücadelede de önemli başarılar elde edilmiştir.
Türkiye dünyanın toprak açısından büyük ülkelerinden biridir. Ülke topraklarının %60'tan fazlası kamuya (devlet, belediyeler ve özel idareler) aittir. Bunun büyük bir kısmı ise mera ve orman arazisidir. 1940 yılında 14 milyon 800 bin hektar olan ekili ve dikili alan, 1998 yılında 27 milyon hektara ulaşmıştır. Ekili ve dikili alanın %78.9'unda kuru tarım ve %21.1'inde sulu tarım yapılmaktadır. 1998 yılı verilerine göre tarımsal üretimin %68.6'sı bitkisel ürünler, %23.7'si hayvancılık, %4.5'i ormancılık ve %2.1'i de su ürünlerinden oluşmaktadır.
Türkiye'de son yıllarda sulama ve toprak işleme faaliyetlerinde devlet tarafından sağlanan altyapı kolaylıkları, tarımın gelişmesini olumlu yönde etkilemiştir. Sözkonusu altyapı çalışmalarında en önemli proje, kısa adı GAP olan Güneydoğu Anadolu Projesi'dir. Türkiye yüzölçümünün yaklaşık onda biri büyüklüğünde (75 bin km2) bir alanı içine alan GAP, 21. yüzyılda tamamlandığında, bölgedeki 3.1 milyon hektarlık işlenebilir tarım arazisinin 1.7 milyon hektarlık kısmı (%55) sulanabilecektir. GAP kapsamında 1998 yılı sonuna kadar 7 baraj, 3 hidroelektrik santral ve 13 sulama projesi tamamlanmıştır. Ayrıca Şanlıurfa tünellerinin ilki olan T1 Tüneli'nden, Harran Ovasına 9 Kasım 1994 tarihinden itibaren su verilmeye başlanmıştır. GAP'ın tamamlanmasıyla birlikte ürün deseninde de büyük değişiklikler olması beklenmektedir. özellikle pamuk, yonca, çeltik, yağlı tohumlar, yaş meyve ve sebze gibi ürünlerin üretimine ağırlık verilmesi planlanmaktadır. Tarım ürünlerinin artışı ve buna bağlı olarak bölgede gelişecek tarıma dayalı sanayide uygulanacak yeni teknolojiler, bölge ekonomisinin rekabet gücünü hem iç piyasada, hem de dış piyasada artıracaktır.
Türkiye'de 1980 yılında %26.1 olan tarım sektörü katma değerinin GSYıH içindeki payı, yıllar itibariyle azalarak 1998'de cari fiyatlarla %17'ye düşmüştür. Sivil istihdam içindeki payı ise %45 civarındadır. Tarım sektörünün GSYıH içindeki payının azalması, tarım alanlarındaki verimin mutlak manada azalması anlamına gelmemektedir. Türkiye'de ağırlıklı olarak sanayileşme politikalarının uygulanması sonucunda, GSYİH içindeki sanayinin payında artışlar olmuştur. Nitekim sanayi sektöründeki gelişmelere paralel olarak, tarım kesiminde giderek daha modern teknolojiler kullanılmaya başlamış ve yeni işletmecilik anlayışları geliştirilmiştir. 1998 yılında tarımsal ürünler ihracatı 5 milyar doları aşmıştır.
Ülke tarımında küçük işletmelerin sayısı artış eğilimi göstermektedir. 1991 tarım sayımına göre tarımsal işletmelerin sayısı 4 milyona yaklaşmıştır. Tarımsal işletmelerin %99'u, 50 hektarın altında bir genişliğe sahiptir. Tarımda rasyonel girdi kullanımı ve makineleşme, küçük işletmelerde daha az ekonomik olmaktadır. Bununla birlikte, Türk tarımında yeni yöntemlerin uygulanması ve yaygınlaştırıl- ması, tarım politikalarının en önemli hedefleri arasında yer almaktadır.
Tarım sektöründe başlıca üretici örgütleri olarak, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, çeşitli kooperatifler, bunların birlikleri ve dernekler faaliyet göstermektedir. Bu örgütler bünyesinde genel olarak; üreticiler arasında koordinasyonun sağlanması, tarımda eğitim ve yayım hizmetlerinin geliştirilmesi ve üretici sorunlarıyla ilgili görüşlerin oluşturulması yönünde çalışmalar yapılmaktadır.
Hayvancılık
Türkiye'de hayvancılık üretiminin toplam tarım üretimi içindeki payı son yıllarda %25'lere düşmüştür. Ülkedeki hayvan sayısı tarımı ileri pek çok ülkeninkinden fazla olmasına rağmen, birim hayvan başına elde edilen verim kıyaslamalı olarak daha düşüktür. Ülkenin sığır mevcudu 11 milyon ve koyun populasyonu 29 milyon civarındadır.
Ülkede hayvancılığın geliştirilmesi amacıyla devlet ucuz kredi sağlamakta, suni tohumlama, aşı ve ilaç kullanımına ve damızlık sığır ithalatına destek vermektedir. 1987-1997 döneminde belli bir program dahilinde toplam 342 bin üstün verimli süt sığırı ithal edilerek üreticilere dağıtılmıştır. Ayrıca hayvancılığın büyük ölçüde meralara bağımlı olması sebebiyle, mera, yaylak ve kışlakların amacına uygun bir şekilde kullanımını sağlayan yasal düzenlemeler yapılmıştır. 1998 yılında yürürlüğe giren kanunun, mera sorununa orta ve uzun vadede çözüm getirmesi beklenmektedir. Hayvan ıslahı, hayvan ve bitki hastalık ve zararlılarıyla mücadele konusunda da gerek kamu kuruluşları gerekse özel kuruluşlar etkin çalışmalar yapmaktadır.
Ülkede tavukçuluk alt sektöründe gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşılmıştır. Türkiye'deki kümes hayvanı sayısı 200 milyon civarındadır. 1989 yılında 64 milyon olan miktarın hızlı bir şekilde artmasında, sektörün iç talebe cevap vermek için modern teknikleri ve üstün tavuk ırklarını ülkeye getirmesinin önemli etkisi vardır. Tavukçuluk alt sektöründe, maliyetlerin yüksek olması nedeniyle ihracat imkanları pek fazla gelişememiştir. Buna rağmen 1997 yılında 10.4 milyon dolar olan ihracat, 1998 yılında %8’lik bir artışla 11.2 milyon dolara ulaşmıştır.
Ormancılık
Türkiye topraklarının %26 oranındaki bölümü orman rejimi altındadır. İyi vasıflı, verimli ormanların kapladığı alan yalnızca %13 gibi çok düşük bir miktarı oluşturmaktadır. Ülkede kişi başına düşen verimli orman alanı ise 0.14 hektardır.
1997 yılında Antalya'da düzenlenen 11. Dünya Ormancılık Kongresi'nde de belirtildiği gibi, sürdürülebilir kalkınma için ülkedeki yenilenebilir özellikteki orman kaynakları ekosistem anlayışı dahilinde değerlendirilmektedir. Nitekim ülkede ormanların korunması, geliştirilmesi ve işletilmesiyle ilgili çalışmalarda, sürdürülebilir orman idaresi ilke ve prensiplerinin uygulanması esas alınmıştır. Devlet ormanlarında ve tüzel kişilerin mülkiyetindeki arazilerde ağaç servetini çoğaltmak, toprak, su ve bitki arasında bozulan dengeyi kurmak, geliştirmek ve çevre değerlerini korumak amacıyla, 1995 yılında "Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu" çıkarılmıştır. Böylece ülkede, 1995 yılından itibaren kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılan ağaçlandırma ya da erozyon kontrol çalışmaları daha sistemli bir şekilde desteklenmeye başlanmıştır. Alınan teknik ve mali teşvik tedbirleriyle, 1998 yılında toplam 69 bin hektarda ağaçlandırma ve erozyon kontrolü, 10 bin hektarda da enerji ormanı tesisi gerçekleştirilmiştir.
Ülkede ormancılık sektöründe kamu ve özel kesim olarak yılda ortalama 29 milyon metreküp dolayında odun imalatı yapılmaktadır. Bunun yaklaşık %68'i yakacak odun olarak kullanılmaktadır. Yurtiçi arz açığının kapatılması için 1985 yılından bu yana her yıl önemli miktarlarda odun ithalatı yapılmaktadır.
Ulaştırma
Türkiye'nin yüzölçümü olarak geniş, üç tarafı denizlerle çevrili, Asya ile Avrupa arasında köprü ülke olması dolayısıyla ulaştırma sektörünün ülke ekonomisindeki yeri ve önemi büyüktür. ülkede ulaştırma sektörü, kara, deniz, hava, demiryolu ve boru hattı taşıma faaliyetlerini kapsamaktadır. Ulaştırma sektörünün yurtiçi ve yurtdışında verdiği hizmetlerin geliştirilmesi ve koordinasyonu ile ilgili çalışmalar Ulaştırma Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Yeni gelişmelere paralel olarak Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde, ulaştırma alt sektörlerinde faaliyet gösteren kuruluşların koordinasyonundan sorumlu ayrı bir birim oluşturulması çalışmalarına devam edilmektedir. Türk ekonomisinin gelişmesine giderek daha fazla katkı sağlayan ulaştırma sektöründe istihdam edilenlerin sayısı, 1998 yılı itibariyle 500 bini geçmiştir. 1998 yılında kamu kesimi tarafından yapılan toplam sabit sermaye yatırımlarının %21.7'si ulaştırma sektöründe gerçekleştirilmiştir. Türkiye'de ulaştırma sektörü, haberleşme ile birlikte GSYİH'nın %14'üne yakın bir bölümünü oluşturmaktadır.
Ülkede yurtiçi yük taşımalarında, karayolu %87.4'lük bir payla ağırlığını korumaktadır. Bu oran demiryolunda %5.5, denizyolunda %5.3 ve boruhattında %1.8'dir. Yurtiçi yolcu taşımalarının %95'i karayolu ile yapılmaktadır
Karayolları
Türkiye'de karayolları, devlet, il ve köy yolları olmak üzere üç kısma ayrılmıştır. Bu yolların yapım, bakım ve onarımını ayrı kamu kuruluşları gerçekleştirmektedir. Devlet yolları; bölge ve il merkezlerini, deniz ve hava limanlarını birbirine bağlayan birinci derecede ana yollardır. Devlet yollarının bakım ve onarımından Bayındırlık Bakanlığı'na bağlı Karayolları Genel Müdürlüğü sorumludur. İl yolları, il sınırları içindeki ikinci derecede yollardır. Şehir, kasaba, ilçe ve bucak merkezlerini birbirlerine, il merkezlerine ve komşu ildeki en yakın merkezlere bağlar. Türkiye'de toplam karayolları uzunluğu 62 bin km, köy yolları uzunluğu ise 350 bin km dolayındadır. Son yıllarda otoyol ağı hızlı bir şekilde genişlemektedir. 1998 yılında bağlantı yolları ile birlikte 198 km otoyol hizmete açılmış ve toplam otoyol ağı 1.726 km'ye ulaşmıştır.
Son yıllarda uluslararası karayolu taşımacılığı faaliyetleri sayesinde, Türk ekonomisine giderek artan oranlarda döviz girdisi sağlanmıştır. Bu alt sektörün ekonomiye kazandırdığı döviz miktarı, 1998 yılında 1.5 milyar dolara ulaşmıştır. Uluslararası yük taşımacılığında 1990 yılından itibaren önemli gelişmeler olmuştur. 1990-1998 yılları arasında, hizmet veren firma sayısı %75'e yakın bir artışla 921'e ulaşmış, taşıt sayısı 58 bin adedi geçmiştir. Bu dönemde uluslararası yük taşımacılığı için yapılan yatırımların tutarı ise 1 milyar doların üzerindedir
Denizyolları
Türkiye, 1923 Lozan Antlaşması ile, kendi kıyıları ve Türk karasularında gemi işletme hakkını (Kabotaj Hakkı) yabancılardan aldıktan sonra, devlete ve özel sektöre ait gemiler Türk limanları ve iskeleleri arasında yolcu ve yük taşımaya başlamışlardır. Daha sonraki yıllarda, deniz taşımacılığının geliştirilmesi görevi Ulaştırma Bakanlığı tarafından üstlenilmiştir. Günümüzde denizcilikten sorumlu bir müsteşarlık kurularak ayrı bir devlet bakanlığına bağlanmıştır. Yakın bir gelecekte ise, Denizcilik Bakanlığı'nın oluşturulması çalışmaları sürdürülmektedir.
Ülkede yurtdışı yük taşımacılığında denizyolları ağırlığını korumaktadır. üç tarafı denizlerle çevrili olan ülke için deniz ulaşımı son derece önemlidir. Kıyı uzunluğu 8333 km olan ülkede, 156 adet değişik kapasitede liman, 14 adet turizm işletme belgeli ve 9 adet turizm yatırım belgeli marina ile 128 adet balıkçı barınağı bulunmaktadır. 1998 yılında Türk deniz ticaret filosu tonajı kiralık gemiler hariç 10 milyon DWT'e yaklaşmıştır. 300 Grosston’un üzerindeki gemi sayısı ise 916'dır.
Türk deniz ticaret filosunun dış ticaret taşımalarından aldığı pay 1998 yılı sonu itibariyle %33.6'dır. Türkiye-ıtalya arasındaki Ro-Ro seferleri 10 gemi ile sürdürülmekte, ayrıca Samsun-Novorossiky, Samsun-Ilyichevsk, Trabzon-Sochi ve ıstanbul-Odessa gibi hatlarda da Ro-Ro seferleri gerçekleştirilmektedir. Deniz taşımacılığı ile ilgili faaliyetlerde etkinliğin daha da artırılabilmesi için, Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. ve Deniz Nakliyatı T.A.Ş. tarafından işletilen gemilerin özelleştirilmesi çalışmaları devam etmektedir.
Havayolları
Türkiye'de havayolu ile ulaşım hizmetlerine duyulan ihtiyaç, zaman kavramının giderek önem kazanmasıyla birlikte hızlı bir şekilde büyümektedir. Ülkede uzun bir süre hava ulaşımı hizmetlerinde tekel konumunda olan Türk Hava Yolları (THY) Anonim Ortaklığı, 1933 yılında bir devlet işletmesi olarak faaliyete geçmiş; 1956 yılında ise yerli ve yabancı sermayeli bir Anonim Şirket haline dönüştürülmüştür. THY, 1990'lı yılların başlarında, özel hava yollarına da ulaşım hizmeti sunma hakkının verilmesinden sonra tekel olma konumunu kaybetmiştir.
THY filosu, 5.9 yaş ortalaması ile dünyanın genç filoları arasında yer almaktadır. Sürdürdüğü modernleşme ve gelişim politikaları sonucunda, 1998 yılı itibariyle 3'ü kargo uçağı olmak üzere toplam 71 uçak ve 10.911 koltuk kapasitesine ulaşan THY, dünyanın 98 noktasına uçuş yapmakta ve 9.712 adet personel istihdam etmektedir. Her geçen gün biraz daha artan servis kalitesi ile dünyanın en iyi ilk 50 havayolu arasında yer almaktadır.
Türkiye'de faaliyette bulunan 9 özel havayolu işletmesi, 1998 Eylül sonu itibariyle 65 uçak ve 12.573 koltuk kapasitesi ile dışhat yolcu taşımacılığında %32'lik bir pazar payına sahiptir. Yabancı şirketlerin pazar payı ise %48'dir. Devlet Hava Meydanları ışletmesi (DHMİ) Genel Müdürlüğü tarafından işletilen hava limanı ve meydanların sayısı, 18'i uluslararası statüde olmak üzere 34'e ulaşmıştır.
Demiryolları
Türkiye'de Osmanlı Devleti'nden Cumhuriyet yönetimine devredilen demiryolu ağı yaklaşık 4000 km'dir. 1923-1938 yılları arasında demiryolu ağı yapımına özel bir önem verilmiş ve 3000 km'lik yeni hat döşenmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu birer hatla Ankara'ya ve kıyı şehirlerine bağlanmıştır.
Demiryollarının yapımı ve işletilmesi 1929 yılından itibaren Ulaştırma Bakanlığı’na bağlanmış ve 1953 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) ışletmesi adını almış olan kuruluş tarafından üstlenilmiştir. Halen 7 işletme bölgesi ile hizmet veren TCDD, aynı zamanda başta ıstanbul (Haydarpaşa), ızmir ve Mersin limanları olmak üzere 50 milyon ton yüklüme-boşaltma kapasiteli Türkiye'nin 7 büyük limanını işletmektedir.
Türkiye genelinde 1000'in üzerinde yerleşim birimi 10.500 km'lik demiryolu sistemi ile birbirine bağlanmıştır. Mevcut hatların yaklaşık %20'sinde elektrikli işletmecilik yapılmaktadır. 1998 yılı itibariyle demiryollarının ulaştırma sektörü içerisindeki payı yaklaşık %10'dur.
TCDD hatları Asya-Avrupa arasındaki en kısa uluslararası koridor üzerinde yer almaktadır. IV numaralı Pan-Avrupa taşıma koridoru TCDD hatları ile buluşmaktadır. Öte yandan 91/440 sayılı Avrupa Birliği konsey direktifi çerçevesinde yürütülen yeniden yapılanma çalışmaları sonuçlanma aşamasına gelmiştir. Yeniden yapılanmanın ana amacı, her aşamada özel sektör işletmecilik zihniyetini ve katılımını sağlamaktır.
Boru Hatları
Dünya ekonomisinde ham petrol ve petrol ürünleri taşımacılığında, denizyolları yanında boru hattı taşımacılığı özellikle 1960'lardan sonra hızlı bir gelişim göstermiştir. Fakat Türkiye'de iç taşımacılık, daha çok karayolu ve karayolu tankerlerine dayalı kalmıştır. ılk boru hattı, 1966 yılında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından Batman-Dörtyol (ıskenderun Körfezi) arasında döşenmiş ve işletmeye açılmıştır. Bu hat, TPAO yanında Shell ve Mobil'in Siirt ve Diyarbakır illerindeki üretim arazilerine de ikincil hatlarla bağlanmıştır.
Türkiye'nin en önemli ham petrol boru hattı olan Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı, 1977 yılında işletmeye açılmıştır. Toplam 981 km uzunluğundaki petrol boru hattının 340 km.si Irak'ta, 641 km.si Türkiye'dedir. Hat üzerinde ikisi Irak'ta, üçü Türkiye'de olmak üzere toplam 5 pompalama istasyonu vardır. Kapasitesi günde 700 bin varil hesabıyla, yılda 35 milyon tondur. Pompalama istasyonları eklendiğinde kapasite günde 900 bin varile (yılda 45 milyon ton) çıkabilmektedir. 1990 yılında Körfez Krizi nedeniyle kapanan boru hattı, 1997 yılında Irak ile Birleşmiş Milletler Örgütü arasında yapılan anlaşma sonucunda geçici olarak kısmen hizmete açılmıştır. Ancak bu hattaki petrol taşımacılığı faaliyeti asgari düzeyde bulunmakta ve bu durumun sektörel yatırımların finansmanı konusundaki olumsuz etkisi devam etmektedir. Buna karşılık, Orta Asya ve Kafkasya bölgelerinde üretilecek ham petrol ve doğal gazı Türkiye üzerinden Batı Avrupa pazarlarına ulaştıracak boru hatları projesinin gerçekleştirilmesine yönelik girişimler sürdürülmektedir. Ayrıca başta Hazar-Akdeniz Ham Petrol Boru Hattı olmak üzere uluslararası petrol ve doğal gaz projelerine özel bir önem verilmektedir.
Haberleşme
Ekonomik ve sosyal gelişmelerin en önemli göstergelerinden biri olan haberleşme hizmetleri, yaşadığımız çağa damgasını vurmuştur. Haberleşme alanında meydana gelen olağanüstü gelişmeler sayesinde, insanlar zamanlarını en iyi ve verimli bir biçimde kullanabilme fırsatı yakalamışlardır. Türkiye'de de haberleşme faaliyetleri, ekonominin en temel hizmet sektörlerinden biri haline gelmiştir. ülkede serbest rekabet ortamında ucuz, süratli, kaliteli ve güvenli hizmetler sunan, kullanıcıya alternatif seçim olanakları tanıyan telekomünikasyon, radyo, televizyon ve bilgi ağlarının; çağdaş dünya ile bütünleşmeyi ve bilgi çağı toplumuna uyumu sağlayacak şekilde kurulması ve geliştirilmesi temel amacı doğrultusunda çalışmalar devam etmektedir. özellikle 1980 sonrasında dünyanın en ileri ülkelerinde bulunan haberleşme teknolojileri Türkiye'ye getirilmiş ve ülke insanlarının bu imkanlardan yararlanması sağlanmıştır. çağın gerektirdiği haberleşme hizmetlerinin daha etkin hale getirilmesi için posta ve telekomünikasyon hizmetleri birbirinden ayrılmış; Posta ışletmesi Genel Müdürlüğü ve Türk Telekomünikasyon A.Ş. müstakil olarak hizmet vermeye başlamıştır. Türk Telekom'un özelleştirilmesi çalışmaları ise son yıllarda hızlandırılmıştır. Mobil telefon haberleşme sisteminde Turkcell ıletişim Hizmetleri A.Ş. ve Telsim Telekomünikasyon Hizmetleri A.Ş. olmak üzere iki özel mobil telefon operatörüne lisans verilmiştir.
Uydu haberleşmeciliğinde de olağanüstü bir gelişme sürecine giren ülkede bu alanda ilk önemli adım 1994 yılında Fransız Aerospatiale firması tarafından yapılan Türksat 1B haberleşme uydusunun Türk Telekom adına yörüngeye yerleştirilmesi olmuştur. İlkenin ilk uydusu olan Türksat 1B'yi 1996 yılında yörüngeye yerleştirilen Türksat 1C izlemiş ve Ankara yakınlarında iki yer istasyonu kurulmuştur. Bu başarılı çalışmalardan sonra ülkenin üçüncü uydusunun uluslararası alanda pazarlanması ve işletilmesi amacı ile %51'i Türk Telekom'a, %49'u ise Aerospatiale'ye (Daha sonra tüm hisseleri Alcatel Space firması tarafından devralınmıştır) ait Eurosiasat adlı bir ortaklık şirketi kurulmuş ve üçüncü uydu sözleşmesi Şubat 1998 tarihinde imzalanmıştır. 2000 yılı başlarında teslim edilecek Türksat 2A adı verilen yeni uydu, Türkiye, Avrupa ve Asya'da hizmet verecektir. 32 adet kanalı ve kaplama alanlarındaki yüksek gücü ile şu ana kadar dizayn edilmiş benzerlerine göre en güçlü uydu olan Türksat 2A ile Türkiye, uydu haberleşmeciliği alanında dünyanın önde gelen dört ülkesinden biri olmuştur.
Ülkede elektronik medya alanında serbest rekabet ortamının tesis edilmesiyle özel radyo ve TV kanalları son yıllarda hızlı bir artış göstermiştir. Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından özel ve kamu kanallarının frekans planlaması tamamlanarak yerel bazda özel televizyon kanallarına lisans verilmeye başlanmıştır. Ülkede Kablo TV ağının hizmete girmesiyle yayınlar daha kaliteli hale gelmiş, aynı zamanda yabancı kanalların da izlenme imkanı doğmuştur. Halen 20 ilde bağlantıları olan Kablo TV ağının ülke genelinde yaygınlaştırılması çalışmaları devam etmektedir
Türkiye'deki telefon santral kapasitesi, 1998 yılında bir önceki yıla göre %5.5'lik bir artışla 18.5 milyon hatta ulaşmış, telefon abone yoğunluğu ise %26.5 olmuştur. Sayısal mobil haberleşme sisteminin yurt genelinde yaygınlaştırılması çalışmaları devam etmektedir. 1998 yılı sonu itibariyle, cep telefonu abone sayısı 3.3 milyona ulaşmıştır. Toplam mobil telefon abone yoğunluğu ise %5.4'tür. Yapılan hesaplamalara göre 2000 yılında telefon abonesi yoğunluğunun %33 düzeyine, kablo TV ağının 3 milyon aboneye ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Bilgisayarlar arası haberleşmede yurtiçi ve yurtdışı imkanlarının geliştirilmesi ve ülke çapında yaygınlaştırılması amacıyla kurulan Turpak şebekesi ülkede birbirinden farklı tipteki terminal veya bilgisayar cihazlarının uyumlu iletişimine olanak sağlamaktadır. 15.072 portluk kapasiteye sahip olan Turpak'ın 1998 yılı sonu itibariyle 13.392 abonesi bulunmaktadır. Ayrıca Türk Telekom Internet (TT-Net) şebekesi sayesinde ülkede ulusal internet altyapı ağının geliştirilmesi çalışmaları hızlanmış ve abonelere daha ekonomik ve hızlı servis verilmeye başlanmıştır. TT-Net şebekesi 140 erişim noktası ve tüm il merkezlerindeki santralleri ile Internet kullanıcılarına yaygın bir kapsama alanı sağlamaktadır. Ülkedeki Internet servis sağlayıcı sayısı 100'e, dial-up abone sayısı ise 6787'ye ulaşmıştır.
Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü ülkede posta hizmetlerinin çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte kaliteli, hızlı ve güvenilir olabilmesi için çalışmalarını sürdürmekte, bu çerçevede otomasyon ve mekanizasyon yatırımlarına ağırlık vermektedir. Posta Çekleri ve Gişe Otomasyonu Projesi çerçevesinde 1998 yılı sonu itibariyle toplam 351 posta merkezinde otomasyon sistemine geçilmiş olup, 1999 yılında 55 merkezin daha otomasyona açılması planlanmıştır. Merkezlerin otomasyona geçirilmesiyle birlikte paralı posta işlemleri için birçok Avrupa ülkesi ile Amerika ve Japonya'nın da dahil olduğu EUROGIRO (Avrupa Posta Bankaları ve Çek Merkezleri Bilgisayar Şebekesi) sistemine bağlantı sağlanmış ve Almanya, Avusturya, Belçika, İsveç ve İsviçre ile sistem üzerinden karşılıklı havale alınıp verilmesine başlanmıştır. 1996 yılı içerisinde Dünya Posta Birliği Uluslararası Bürosu'nun Posta Teknoloji Merkezi (PTC) birimi tarafından hazırlanan ve tüm kayıtlı gönderilerin her aşamasının bilgisayar yoluyla izlenmesini sağlayan Uluslararası Posta Sistemleri'ne (IPS) üye olunmuş ve bu çerçevede gerekli çalışmalara başlanmıştır. Ayrıca Avrupa ülkeleri arasında kurulan Avrupa Koli Servisi (EUROCOLIS) de faaliyete geçirilmiştir. İlkede 1998 yılı sonu itibariyle 1150'si merkez, 2568'i şube ve 13.266'sı acentelik olmak üzere toplam 16.984 işyerinde posta hizmetleri sürdürülmektedir.
Fuarlar ve
Ticari Tanıtım
Ticari mal ve hizmetlerin pazarlanmasında, çeşitli amaçlara yönelik olarak düzenlenen fuar ya da sergilerin önemi büyüktür. Türkiye'de kamu ve meslek kuruluşları, özel firmalar, vakıflar ve dernekler fuar organizasyonu konusunda etkili çalışmalar yapmaktadırlar. Son yıllarda her türlü çağdaş teknoloji ve altyapı kullanılarak oluşturulan fuar alanları ve buralarda büyük bir başarıyla düzenlenen ihtisas fuarları, ülkenin fuarcılık alanındaki gelişmişlik düzeyini ortaya koymaktadır.
Yurtiçinde düzenlenecek fuar veya sergiler ile ilgili izin işlemleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Ülkede 1998 yılı itibariyle fuar düzenleme yetkisi alan firma sayısı 129'a ulaşmış, aynı yıl büyük bir bölümünü ihtisas fuarlarının oluşturduğu ulusal ya da uluslararası düzeyde 295 fuar düzenlenmiştir. Düzenlenen ihtisas fuarlarının ağırlıklı olarak ilgi duyduğu başlıca alanlar şunlardır: Makina, mobilya, takı, mücevher malzemeleri, ısıtma ve doğalgaz teknolojileri, otomobil, dekorasyon, altyapı malzemeleri, turistik işletmeler ve donanım, moda, tekstil ve konfeksiyon, eğitim, kitap ve bilgisayar.
Uluslararası nitelikteki fuarların en önemlilerinden biri, her yıl Ağustos-Eylül aylarında düzenlenen İzmir Enternasyonal Fuarı'dır. 1998 yılında 68. düzenlenen bu fuara her yıl 30'u aşkın ülke ile 1400'ün üzerinde yerli ve yabancı firma katılmaktadır. Bu dönemde ızmir fuar alanı yaklaşık 4 milyon ziyaretçinin akınına uğramaktadır. Ayrıca Birleşmiş Milletler FAO Teşkilatı tarafından her 6 yılda, bir ülkede düzenlenmekte olan Dünya Ormancılık Kongresi ve beraberindeki Uluslararası Ormancılık ve Orman Ürünleri Fuarı'nın 11.'si, 1997 Ekim ayında yerli ve yabancı firmaların geniş katılımı sonucunda Antalya'da gerçekleştirilmiştir.
İstanbul'da her yıl Türkiye Deri Sanayicileri Derneği tarafından, Uluslararası Deri ve Deri Mamülleri Fuarı düzenlenmektedir. Bu fuara yerli firmaların yanında, Avrupa Birliği'ne üye ülkeler başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanından katılım olmaktadır. Bunların dışında, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK), İhracatçı Birlikleri ve ıhracatı Geliştirme Etüd Merkezi (İGEME) tarafından da çeşitli ihtisas fuarları, ulusal ve uluslararası fuarlar düzenlenmektedir. Ayrıca bu kuruluşlar yurtiçi ve yurtdışında düzenlenen birçok fuara da katılmaktadır.
Türkiye'nin önemli fuar merkezleri arasında, Ankara'da Altınpark Fuar Merkezi, ızmir'de ızmir Enternasyonal Fuar Merkezi, Antalya'da Cam Piramit Kongre ve Fuar Merkezi, İstanbul'da Dünya Ticaret Merkezi, FM Meliha Avni Sözen Kültür ve Sanat Merkezi, ıstanbul Hilton Exhibition Center ve TüYAP Sergi Sarayı yer almaktadır. Bu merkezlerin dışında, belirli bir süre için hazırlanan çeşitli fuar veya sergi merkezleri de hizmet vermektedir.
Türk girişimcileri, her yıl Avrupa Birliği, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinde, Orta Asya Cumhuriyetleri'nde ve Rusya'da düzenlenen uluslararası fuarlara yoğun olarak iştirak etmektedir. Bu fuarlardan bazılarının organizatörlüğünü, Türk fuarcılık firmaları yanında, ıstanbul Tekstil ve Konfeksiyon ıhracatçıları Birliği (İTKİB), ıhracatı Geliştirme Etüd Merkezi (İGEME), bazı belediyeler ve meslek kuruluşları yapmaktadır. Türk ihraç ürünlerinin yurtdışında tanıtılması ve bunun bir parçası olarak yurtdışı fuar organizasyonu, özellikle İGEME'nin, uzman ve deneyimli kadrosu ile uzun yıllardır sürdürdüğü temel faaliyetleri arasındadır.
Reklamcılık ve
Halkla ılişkiler
Dünyadaki globalleşme süreci ile uyum içinde bulunan Türkiye'de reklamcılık, son yıllarda gerek harcanan para gerekse nitelik olarak çok hızlı bir gelişme göstermiştir. Bu gelişme pazarın reel olarak her yıl %10-20 oranında büyümesi anlamındadır. Sektörün yapısı da geleneksel ölçülerden pazar ekonomisinin standartlarına doğru bir gelişme eğilimi içerisindedir. Dış ticaretin serbestleşmesi, dünya markalarının Türk pazarına girmesine ve üretim yatırımı yapmalarına neden olmuştur. Bu gelişmenin yarattığı rekabet ortamı yerli üreticilerde reklamın gerekliliği inancını doğurmuş, aynı zamanda sağlıklı medya planlama ihtiyacı, medya verilerinin derlenmesi ve kullanımı gibi bilimsel yöntemleri de beraberinde getirmiştir. Reklamın etkinliğinin ölçülmesinde de çağdaş yöntemlerin daha fazla uygulandığı bir aşamaya gelinen ülkede, söz konusu gelişmeler reklam ajanslarının yapılanmalarında da benzer sonuçlar yaratmıştır. Bugün Türk reklam sektörünün AB ve ABD standartlarını benimseme ve uygulamada diğer birçok sektörün önünde olduğu söylenebilir.
Türk pazarının canlılığının en önemli göstergeleri arasında yer alan reklamcılık sektöründe faaliyet gösteren firma sayısı, özellikle 1970'lerden sonra çok hızlı bir büyüme göstermiştir. Bugün 15 ve daha fazla eleman çalıştıran, müşteri ilişkileri, yaratıcılık ve medya bölümlerine sahip ve müşterilerine tüm alanlarda hizmet verebilecek şekilde örgütlenmiş reklam ajansı sayısı 100'ün üzerindedir. Ayrıca 30 civarında film yapım ve fotoğraf firması da aktif bir şekilde reklamcılık faaliyetlerini sürdürmektedir. Reklamcılar Derneği üyesi olan 64 ajansın 13 tanesi yabancı bir reklam ajansına hisse devrederek ortak olmuş, 9'u ise yabancı bir ajansla işbirliği kurmuş durumdadır. Reklam ajanslarında çalışanların sayısı yaklaşık 3000 kişidir.
Türkiye'deki reklam harcamalarının %80'ini gazete, dergi ve televizyon reklamları oluşturmaktadır. Radyo, sinema ve açıkhava (outdoor) reklamcılığının payı ise %20 dolayındadır. 1998 yılında ölçülebilir belli başlı alanlara ödenen yayın ücretleri olarak toplam 930 milyon dolarlık bir reklam harcaması gerçekleştirilmiştir. Bu sayıya reklam yapım, basılı malzeme giderleri, reklam ajansı komisyonları ve ölçülemeyen yerel medya gelirleri eklendiğinde sektörün gerçek büyüklüğü 1 milyar 230 milyon dolar olarak hesaplanmaktadır.
Reklam sektörünü oluşturan ve bu sektöre katkıda bulunan meslek sahiplerinin üye oldukları profesyonel dernek ve birliklerin sayıları da her geçen gün artmaktadır. Grafikerler Meslek Kuruluşu Derneği, Reklamcılar Derneği, Reklam Yazarları Derneği, Reklam Filmi Yapımcıları Derneği ve Reklamverenler Derneği, Türkiye'de son 20 yıldır faaliyet gösteren derneklerden bazılarıdır.
Türk reklamcıları, reklamcılığın birçok dalında her yıl veri- len ödüller sayesinde başarı grafiklerini sürekli yükseltmektedirler. Uluslararası yarışmalarda kazandıkları ödül sayısı da yıllara göre artmaktadır. Sektörün en önemli ödülü 1999 yılında 11.si düzenlenen "Kristal Elma Türkiye Reklam ödülleri"dir. Her yıl ortalama 1000 reklam eserinin katıldığı bu yarışmada TV, basın, radyo, sinema ve açıkhava reklamlarının yanısıra; reklam filmi yapımı, yönetimi, müziği ve reklam fotoğrafı ayrı ayrı ödüllendirilmektedir.
Halkla ilişkiler
Türkiye'de çağdaş anlamda halkla ilişkilerin gelişimi 1960 sonralarına rastlar. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü gibi kuruluşların öncülük ettiği bu gelişimde kamu kurumları önemli bir rol oynamıştır. 1966 yılından itibaren üniversitelerde Basın Yayın ve Halkla ılişkiler bölümü açılmış ve halkla ilişkiler eğitimi verilmeye başlanmıştır. 1987 yılında Yüksek Öğretim Kurulu tarafından doçentlik ana bilim dallarına dahil edilmiş, böylece halkla ilişkiler alanında akademik kariyer yapma imkanı da yaratılmıştır. Halkla İlişkiler mesleğinde çalışanların örgütlenme girişimleri ise 1969 yılında başlamış, 1972 yılında İstanbul'da Halkla ılişkiler Derneği kurulmuştur. Bugün 200 civarında üyesi bulunan dernek, Uluslararası Halkla ılişkiler Derneği (IPRA) ve Avrupa Halkla İlişkiler Konfederasyonu (CERP) ile yoğun bir işbirliği içerisindedir. Çeşitli yayınlar ve seminerler ile halkla ilişkiler eğitimine katkıda bulunan Halkla ılişkiler Derneği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Reklamcılar Derneği, Reklamverenler Derneği ve Araştırmacılar Derneği ile oluşturulan "İletişim Konseyi"nin kuruluşuna da öncülük etmiştir.
Özel sektör kuruluşlarının sistemli halkla ilişkiler faaliyetleri 1970'li yıllarda başlatılmış, günümüzde ise batılı anlamda çağdaş görüntüler sergilenmeye başlanmıştır. Halkla ilişkiler konusunda faaliyet gösteren ilk özel danışmanlık şirketi 1974 yılında kurulmuş ve 1984 yılına kadar sektörde tek olarak kalmıştır. Bu tarihten sonra ve özellikle 1990'lı yıllarda sektöre çok sayıda kuruluş katılmıştır. Nitekim bugün İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa ve Gaziantep gibi kentlerde 50'den fazla halkla ilişkiler danışmanlık şirketi hizmet vermektedir. Bugün büyük şirketlerin hemen hemen tamamında halkla ilişkiler departmanı bulunmaktadır. 2000'li yıllara girerken halkla ilişkiler sektörü, gelişimini hızlı bir şekilde devam ettirmekte ve Türk insanı ve ekonomisinin dünya ile entegre olması için yeni ufuklar açmaktadır.
Turizm ülkesi Türkiye
Tarih, kültür ve olağanüstü doğal güzelliklerin içiçe yaşandığı Türkiye, bu özelliklerini günümüze kadar devam ettirebilmiş dünyanın ender turizm cennetlerinden biridir. Dört mevsimin tüm özelliklerinin her zaman yaşanabildiği yöreleri, yeşil ormanları, kayak sporuna elverişli karlı dağları, temiz denizleri, kumsalları ve kaplıcaları bakımından da ayrıcalıklı bir ülkedir. Dünyanın en şifalı kaplıca ve içmeceleri Türkiye'de bulunmaktadır.
Ülkenin özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde, yaz turizmi oldukça ileri seviyededir. Karadeniz kıyılarında sınırlı ölçüde yaz turizmi ve yüksek yerlerde ise yayla turizmi gelişmiştir. Bu bölgelerde yeterli altyapı hizmetleriyle birlikte modern turizm tesisleri oluşturulmuştur. Uygun fiyatlı köy evlerinden pansiyonlara, pahalı tatil köylerine ve uluslararası birinci sınıf otellere kadar pek çok geceleme olanağı vardır. Yaz turizminin en yoğun olduğu tatil beldeleri arasında Antalya, Alanya, Marmaris, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Kaş gibi merkezler bulunmaktadır. ülkenin yüksek yerlerinde ise yayla turizmi her geçen gün önemini artırmaktadır. Yayla turizminin en fazla geliştiği yöreler arasında Trabzon, Giresun, Rize, Ilgaz, Bolu ve Abant yer almaktadır.
Ülkenin en çok turist kabul eden şehri Antalya'dır. Turistlerin rahatça gelip gitmelerini sağlayan havaalanı ve yat limanları burada önemli bir rol oynamaktadır. Kentte ayrıca yakın çevresine ulaşımı sağlayan elverişli karayolları, yeterli sayıda seyahat acentası ve her türlü ihtiyaca cevap verebilecek konaklama tesisleri bulunmaktadır. Antalya'yı ziyaret eden turistlerin sayısı, yılda 2 milyon 500 bin civarındadır. ülkenin en fazla turist kabul eden ikinci şehri ise İstanbul'dur. Bu şehirleri Muğla, Edirne, İzmir ve Ankara takip etmektedir.
Ülkede özellikle yaz aylarında, haftasonu, yılbaşı ve bayram tatillerinde iç turizm canlanmaktadır. Bu tatil günlerinde Türk vatandaşların yurtdışı seyahatlerinde de yoğunluk gözlenmektedir. Türkiye'de her yıl çeşitli nedenlerle 15 milyonun üzerinde kişi turistik seyahat yapmaktadır. 1998 yılında 4,5 milyonun üzerinde Türk vatandaşı yurtdışı seyahati yapmıştır. Ülkede faaliyet gösteren seyahat acentası sayısı 3 bine yaklaşmıştır.
Türkiye'de turizm sektörünün teşvik edilmesi, ülkeye gelen turist sayısının da artmasına yol açmıştır. Bunda 1980'li yıllarda turizm sektörüne yapılan yatırımların büyük etkisi olmuştur. Turizmin son yıllardaki hızlı gelişiminde en önemli faktör, belgeli tesis ve yatak kapasitesindeki artıştır. Nitekim son yıllarda turistik tesislerin geliştirilmesi ile ilgili çalışmalar hız kazanmıştır. Ülkede 1998 yılı itibariyle turizm işletmesi belgeli olarak faaliyet gösteren tesislerin sayısı 1.954'tür. Bu tesislerde bulunan yatak sayısı ise 314.215'tir. Bunun yanısıra kaplıcalar, apart oteller, golf tesisleri, mola tesisleri, eğitim ve uygulama tesisleri, otokara-van turizm kompleksleri ve uygulama otelleri gibi modern kuruluşlar da Türk turizmine hizmet vermektedir. Antalya ülkede bulunan turizm tesisleri bakımından da ilk sırada yer almaktadır. Antalya'yı Muğla ve ıstanbul izlemektedir.
Turizm özellikle 1985 yılından sonra ülke ekonomisine net katkıda bulunmaya başlamıştır. ülkeyi ziyaret eden tu-rist sayısı ve turizm gelirlerinde sağlanan sürekli artışlar, sektörde istikrarlı bir gelişmenin olduğunu göstermektedir. 1998 yılında ülkeyi 9 milyon 752 bin turist ziyaret etmiş, net turizm gelirleri ise 8 milyar doları geçmiştir. Tarih boyunca sayısız uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu'nun inanç merkezleri açısından da çok zengin bir potansiyele sahip olmasından dolayı, İsa Peygamber'in 2000. doğum yıldönümünde ülkeyi ziyaret edecek turist sayısının 17 milyona ulaşması, net turizm gelirlerinin ise 12 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmesi beklenmektedir.
Turizmde yeni projeler
Dünyada turizm anlayışının giderek değişmesi sonucu turizmin çeşitlendirilmesine olan ihtiyaç sebebiyle, Türk hükümetleri alternatif turizm imkanlarının geliştirilmesi için organizasyon, altyapı ve hizmet kalitesine özel bir önem vermektedir. Turizmin çeşitlendirilmesi yönünde geliştirilen yeni projelerle, Türk turizminin daha fazla renklendirilmesi ve ülkenin yılın 12 ayında değişik etkinliklerle yerli ve yabancı turistleri çeken bir tatil merkezi haline getirilmesi, böylece turizmin tüm yıla yayılmasının yanısıra, bölgelerarası dengenin kurulması amaçlanmaktadır.
Bu anlayış doğrultusunda 1992 yılından bu yana yerli ve yabancı tur operatörleri, basın mensupları ve sektör temsilcilerinin geniş katılımı ile Çoruh Nehrinde "Rafting", Toros dağlarında "Trekking", Ankara-Zonguldak güzergahında "Buharlı Tren", Erzurum Palandöken Dağı'nda "Kar Şenliği", Bandırma-Manyas ve İzmir Kuş Cennetleri'nde "Kuş Gözlemciliği", Konya çevresinde "Mağara Gezisi" ve "İnanç Turizmi" projeleri gerçekleştirilmiştir. Doğası, insanı, kültür ve gelenekleri ile turizmde ayrıcalıklı bir yere sahip olan Karadeniz Bölgesi'nin tanıtımına yönelik "Karadeniz Yeşil Tur", her yıl zengin bir tur programı ile sonuçlandırılmaktadır. 1996 yılında İstanbul'da Lütfi Kırdar, 1997'de Antalya'da Cam Piramit Kongre Merkezleri turizm sektörünün hizmetine girmiştir. Böylece Habitat'tan sonra, 2000 yılı öncesinde turizm alanındaki en büyük organizasyon olan "Dünya Turizm Örgütü 12. Genel Kurulu" ve "Dünya Ormancılık Kongresi" dahil pek çok uluslararası toplantının ülkede gerçekleştirilmesi sağlanmıştır.
1998 yılında İzmir-Kayseri güzergahındaki tarihi ıpek Yolu üzerinde yer alan han ve kervansaraylar ile diğer tarihi ve doğal zenginliklerin tanıtılmasını amaçlayan "ıpek Yolu Projesi" gerçekleştirilmiştir. 1999 yılında ise "Karadeniz Yeşil Tur", "ınanç Turizmi" ve "İpek Yolu" etkinliklerinin yanısıra, ülkenin doğal, tarihi ve kültürel değerlerinin, sulak alanlarının ve flora-faunası zengin yörelerinin ön plana çıkarılmasını amaçlayan "Foto-Safari" turunun gerçekleştirilmesi planlanmıştır
Türk Mutfağı
Gastronomi uzmanlarına göre dünyanın en zengin mutfakları Türk, Fransız ve çin mutfaklarıdır. Yiyecek ve içecek maddesi kaynaklarının bolluğu ve çeşitliliği, ülke turizminin ayrılmaz bir parçası olarak görülen Türk mutfağının zenginliğinin başlıca sebeplerinden biridir. Aynı zamanda tarih boyunca çok çeşitli milletlerle içiçe yaşamış, yiyecek ve içecek kültürü alışverişinde bulunmuş olması da ülke mutfağını zenginleştiren bir başka etkendir. özellikle Selçuklu ve Osmanlı sarayları, Türk mutfağının zenginleşmesinde ve sofra düzeninde önemli rol oynamıştır. Türkiye'nin çeşitli yörelerinde yüzlerce çeşit yemek yapılmakta, tüm bölgelerde ve illerde beslenme kültürü ile yemek çeşit ve pişirme teknikleri de büyük farklılıklar göstermektedir. Her yörenin kendine özgü tanınmış kebaplarının yanısıra, hamur işleri ve sulu yemekleri de çok yaygındır.
İnanç Turizmi
2000 yılında tüm dünyada kutlanacak olan ısa'nın doğumunun 2000. yılı etkinlikleri çerçevesinde, Türkiye'de "İnanç Turizmi" adı altında bazı faaliyetlerin gerçekleştirilmesi yönündeki çalışmalara, 1995 yılından itibaren başlanılmıştır. İnsanlık tarihinin üç büyük dini olan Müslümanlık, Hristiyanlık ve Musevilik, dünyanın en büyük uygarlıklarını barındıran Anadolu topraklarında olgunlaşmış ve etkileri tüm dünyaya yayılmıştır. İç büyük dinin günümüze kadar ulaşan eşsiz eserleriyle büyük bir potansiyel oluşturan ınanç Turizmi, ülkenin diğer tarihi kültürel zenginlikleri, doğal güzellikleriyle birleştirilerek Türkiye'nin tanıtımı amaçlanmaktadır.
2000 yılına kadar sürdürülecek etkinliklerin etapları olan ınanç Turizmi Tur 95, 96 ve 97 projeleri çok sayıda yabancı tur operatörleri, konu ile ilgili uzman kişiler ve basın mensuplarının katılımı ile başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bunların yanısıra 2000 yılının, dini turizm de dahil olmak üzere Anadolu'nun eşsiz kültür zenginliğini dünyaya tanıtmak için önemli bir fırsat olduğunu düşünen Turizm Bakanlığı'nın girişimi sonucu, Başbakanlığın koordinasyonu ve ilgili kuruluşların katılımı ile "Anadolu 2000" adı altında devlet projesi niteliğinde bir proje gerçekleştirilmesi çalışmalarına başlanılmıştır. 2000 yılında Kudüs'e akın etmesi beklenen tahminen 50 milyon kadar Hristiyan'ın, Anadolu'daki Hristiyanlık dönemi eserlerine de büyük ilgi göstereceği tahmin edilmektedir. Nitekim ısa Peygamber'in Kudüs'te çarmıha gerilmesi ile havarilerin ısa'nın yaşam biçimi ve öğretilerini yaymak için Anadolu'yu seçmeleri, Anadolu'da ilk Hristiyanlık merkezleri ve kiliselerinin oluşmasına neden olmuştur. Mevcut sayısız kilisenin yanında Anadolu'da Hristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen bazı merkezler şunlardır
Antakya
Hristiyanlığın en önemli merkezlerindendir. Hristiyanlık, bu ismi ilk defa burada almıştır. Havarilerin tüm tanıtım seyahatlerinin rotaları burada hazırlanmıştır. St. Pierre'nin Antakya'ya geldiğinde ilk konuşmasını yaptığı St. Pierre Kilisesi ve Manastırı kentten 2 km. uzaklıkta Reyhanlı yolu üzerindedir. Reyhanlı ilçesinde bulunan "Kızlar Sarayı"nın 5.yüzyılda yapıldığı sanılır. ılk Hristiyanlık döneminde Kuzey Suriye'nin en önemli dinsel merkezi olup kilise, manastır ve bunlarla ilgili yapılardan oluşmaktadır. Yöreye "Rahibeler Manastırı" da denilmektedir. St. Barlohom Manastır Kilisesi ise antik Cossios (Keldağ) Dağı'nda, Yeditepe köyünün 3 km. güneybatısındadır. St. Barlohom adına yapılmış kilise iki nefli ve haç biçimi planlıdır.
Tarsus
St. Paulus'un doğum yeri olması nedeniyle Tarsus, Hristiyanlık'ın önemli kentlerinden biridir. St. Paulus'un öğrencilerinden olan Aya Thekla'nın ıkenion (Konya) ve Pisidya Antiokheiası'nda (Yalvaç) sürdürdüğü Hristiyanlığı yayma çabaları, yörenin diğer önemli dinsel merkezi olan Silifke'de sona ermiştir. Aya Thekla 5. yüzyıl Hristiyanlık dünyasının saygın kişilerindendir. Bu azize, Silifke'nin eski kent tanrıçası Athena'nın yerini almıştır. 1. yüzyılda azizenin sığındığı yeraltı mağarasının üzerine yapılan Thekla Bazilikası plan bakımından Suriye kiliseleriyle benzeşmektedir. Bazilikanın yaklaşık 150 m. kuzeyindeki kubbeli kilise, orta sofanın doğu bölümü üstündeki kubbesiyle dikkat çekmekte ve aynı zamanda bazilikanın kubbe ile birleştiğini göstermektedir. Kilise ayrıca, sonraki yıllarda İstanbul'daki Ayasofya'da doruk noktasına ulaşan; kubbenin orta sofanın tam merkezine konularak diğer bölümlerin bu merkeze göre düzenlenmesi tekniğinin ilk aşamasını göstermesi bakımından büyük bir öneme sahip bulunmaktadır.
Yöredeki diğer Hristiyanlık merkezlerinden biri de Alahan Manastırı yapılar topluluğudur. Kayalara oyulmuş keşiş manastırları buranın başlangıçta bir inziva merkezi olduğunu göstermektedir. Mağaraların yakınında ise ilginç süslemeleri ile dikkat çeken büyük bir bazilika bulunmaktadır. Bazilikanın kapı süslemelerindeki kabartmalarda Cebrail ve Mikail oldukları kabul edilen iki meleğin bir takım simgesel yaratıkları ezdikleri görülür. Bunların Anadolu'nun çok tanrılı inançlarındaki kutsal varlıkların simgeleri olabileceği ileri sürülmektedir.
Efes
Dünyanın ilk yedi kilisesinin ilki olan ve Hristiyanlığın yayılışının odak noktası olarak görülen Efes, Meryem Ana'nın son günlerini geçirdiği ve öldüğü yer olarak kabul edilmektedir. Nitekim ısa'nın 12 havarisinden biri olan St. Jean, İsa'nın ölümünden sonra Meryem'i de yanına alarak Batı Anadolu'ya gelmiş (M.S. 42-48) ve dönemin en büyük kentlerinden olan Efes'e yerleşmiştir. Meryem'in Efes'te yaşadığı sanılan ev, Hristiyanlığın kutsal merkezlerinden biri olup, ziyaret yeri olarak önemini günümüzde de sürdürmektedir.
M.S. 53-56 tarihlerinde St. Paul de kente gelmiş ve kaldığı süre içerisinde yörede Hristiyanlığın yayılması için çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar sonucu ise Efesos (Selçuk), Symrna (ızmir), Pergamon (Bergama), Sardes (Sart), Philedephia (Alaşehir), Laodikeio (Denizli) ve Tyateiro'da (Akhisar) Hristiyanlığın ilk yedi kilisesi oluşmuştur. Ayrıca M.S. 435'te Hristiyanlığın III. Konsülü Efes Meryem Ana Bazilikası'nda toplanmış ve ısa ile Meryem'in tanrısal nitelikleri tartışılmıştır.
İznik
Hristiyanlık tarihine yön veren iki önemli konsül M.S. 325 ve 381 tarihlerinde İznik'te toplanmıştır. M.S. 325 tarihinde Roma ımparatoru Konstantinus tarafından Hristiyanlar arasındaki ayrılıkları gidermek için toplanan İznik Konsülü Roma İmparatorluğu'nun resmen Hristiyanlaşması açısından ilk önemli adım olmuştur. M.S. 381 yılında ikinci kez toplanan İznik Konsülü ile de Ortodoksluk Doğu Roma'nın resmi dini olarak kabul edilmiştir.
İstanbul
Dünyanın dört büyük Ortodoks merkezlerinden biri olan ıstanbul'da V. Konsül toplantısı yapılmıştır. Ayrıca tüm devirlerin en görkemli yapıtı olan Ayasofya da bu kentte bulunmaktadır.
Kapadokya
Erken Hristiyanların kayaları oyarak yaşadıkları yeraltı kentlerinin, kilise ve manastırlarının bulunduğu Kapadokya bölgesi, bugün aynı zamanda ilginç yeryüzü şekilleri ve peribacaları ile de tanınmaktadır.
Demre
M.S. 4. yüzyılda yaşayan ve hümanist fikirleriyle tanınan ünlü Noel Baba'nın (St. Nicholas) yaşadığı ve piskopos olduğu yerdir. Her yıl Aralık ayında düzenlenen Noel Baba Törenleri; noel tatillerini bu antik Likya şehrinin sıcak kumsallarında geçiren çok sayıda turisti biraraya getirmektedir.
Antalya
İncil'de adı geçen ve Aziz Paul'ün ziyaret ettiği yerler arasındadır. Ayrıca eşsiz güzellikteki doğası, modern otelleri, spor etkinlikleri, yat limanları ve çok sayıda kamping alanları ile ülkenin en önemli turizm merkezidir.
Yalvaç
Hristiyanlığın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Aziz Paul'ün ziyaret ettiği yerler arasındadır.
Şanlıurfa
Tarihi 9000 yıl öncesine dayanan Şanlıurfa; Müslümanlığın, Museviliğin ve Hristiyanlığın genetik olarak büyükbabası olan Hz. İbrahim'in doğduğu, Hz. Eyyüb'ün yaşadığı ve Hz. İsa'nın kutsadığı ülkenin önemli bir inanç merkezidir.
Harran
Kutsal kitaplarda adı geçen Harran, İnanç Turizmi'nin Türkiye'deki odak noktalarından biridir. Kutsal kitaplarda yazılanlara göre ıbrahim Peygamber, Şanlıurfa'dan güneye doğru göç ederken Harran'da konaklamıştır. İbrahim peygamberin babası Terah burada ölmüştür. Ayrıca Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'i oluşturacak olan genetik ürünlerin temelleri de Harran'da atılmıştır.
Ağrı Dağı
Tufandan sonra Nuh'un gemisinin Ağrı Dağı eteklerinde karaya oturduğuna dair kutsal kitaplarda bilgiler bulunmaktadır.
Trabzon
Ortodoks dünyasının kutsal dağ manastırları Trabzon çevresinde bulunmaktadır. Sumela (Meryem Ana) Manastırı, Konagio Thaoskepostas (Kızlar Manastırı), Kaymaklı Manastırı, Vazelen Manastırı ve Gregorius Peristere (Kustul) Manastırı bunlardan bazılarıdır.
Konya
İncil'de ismi geçen önemli bir dinsel merkezdir. St. Paulin'in MS 47-50 ve 53 yıllarında ziyaret ettiği ileri sürülen şehir 2. yüzyıldan itibaren önemli bir din merkezi olarak ilan edilmiştir. Kent Roma ımparatorluğu'nun kuruluşundan sonra da önemini korumuştur
ÇALIŞMA HAYATI
VE SOSYAL
POLİTİKALAR
Çalışma Hayatında Ferdi ve
Toplu İş Hukuku
Sosyal Ortaklar
Sosyal Güvenlik Sistemi ve Yapısı
Sağlık Hizmetleri
Çalışma Hayatında
Ferdi ve Toplu İş Hukuku
Türkiye'de çalışma hayatını düzenleyen Ferdi ve Toplu İş Hukuku, dernek veya sendika kurma ya da toplu iş sözleşmesi yapma gibi hakları garanti altına almıştır. Türkiye, bu amaçla Uluslararası çalışma örgütü'nün (ILO) 87, 98, 105 ve 111 no'lu sözleşmelerini onaylamıştır. 1998 yılına kadar Türkiye'nin onayladığı ve çalışma hayatını doğrudan ilgilendiren ILO sözleşmeleri sayısı 38'e ulaşmıştır.
Ferdi ış Hukuku'nda Yer Alan Genel Hükümler
Kişilerin yaptıkları işler, sürekli ve süreksiz işler olmak üzere ikiye ayrılır. Nitelikleri bakımından en çok 30 işgünü süren işlere süreksiz iş, bundan fazla süren işlere sürekli iş denir. Süreksiz işlerdeki uyuşmazlıklarda, Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır.
Süresi bir yıl veya daha uzun olan sürekli hizmet akitlerinin yazılı olarak yapılması zorunludur. İşverenin onayı ile işçinin iş yerinde çalışması durumunda da hizmet akdi ilişkisi kurulmuş olur.
Sürekli hizmet akitlerinde, deneme süresi en fazla bir aydır. Ancak bu süre toplu iş sözleşmeleriyle üç aya kadar uzatılabilir. Deneme süresi içinde, taraflar hizmet akdini bildirimsiz ve tazminatsız feshedebilirler. Ancak işçinin çalıştığı günler için ücret ve diğer hakları saklıdır.
Türkiye'de işverenler, 50 veya daha fazla işçi çalıştırdıkları işyerlerinde %2 oranında özürlü işçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun bir işte çalıştırmak zorundadır. Ayrıca %2 oranında eski hükümlüleri mesleklerine uygun bir işte çalıştırmakla da yükümlüdürler. 1995 yılı sonunda yürürlüğe giren bir diğer mevzuat düzenlemesi ile 50 ve daha çok işçi çalıştıran bütün işletmeler, terör eylemleri sonucu hayatını kaybeden veya çalışamayacak derecede sakat olan kamu görevlileri ile er ve erbaşların varsa eşlerini, yoksa çocuklarından birisini veya sakat olup da çalışabilir durumda olanlarını %2 oranında istihdam etme-ye mecbur tutulmuşlardır. Böylece 50 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, zorunlu istihdam oranı %6 seviyesine yükselmiştir.
İş Kanunu kapsamına giren işyerlerinde çalışan işçilerden, deneme süresi de içinde olmak üzere en az bir yıl çalışmış olanların yıllık izin hakları şu şekilde düzenlenmiştir: Hizmet süresi;
-
bir yıldan beş yıla kadar olanlara yılda 12 iş günü,
-
beş yıldan fazla ve onbeş yıldan az olanlara yılda 18 iş günü,
-
onbeş yıl ve daha fazla olanlara ise yılda 24 iş günü ücretli izin verilir.
Ancak 18 ve daha küçük yaştaki işçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi 18 günden az olamaz. Bu süreler toplu iş sözleşmeleri ve hizmet akitleri ile artırılabilir.
Ücretli izin hakkı, vazgeçilmeyen işçilik haklarındandır. Kullanıldığının ispatı işverene düşer. Bir yılı doldurmayan süre için, orantılı olarak izin hakkı doğmaz.
Ülkede 15 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaları yasaktır. Ancak, çocukların sağlık ve gelişmelerine, okul veya mesleki eğitim ya da mesleğe yöneltme programlarına devamlarına yahut öğrenimden faydalanma kabiliyetlerine zarar vermeyecek nitelikteki hafif işlerde, 13 yaşını doldurmuş çocukların çalıştırılmaları mümkündür.
Maden ocakları, kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yeraltında veya sualtında çalışılacak işlerde, 18 yaşını doldurmamış erkek ve her yaştaki kadınların çalıştırılmaları yasaktır. Aynı şekilde, sanayiye ait işlerde 18 yaşını doldurmamış erkek çocuklarla her yaştaki kadınların gece çalıştırılmaları esas itibariyle yasaktır. Ancak işin özelliği icabı kadın işçi çalıştırılması gereken işlerde ve 18 yaşını doldurmamış kadın işçilerin gece mesailerinde çalıştırıl- malarına, çalışma ve Sosyal Güvenlik ve Sağlık Bakanlıkları ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın müştereken hazırlayacakları bir tüzükte gösterilecek şartlar çerçevesinde izin verilebilir.
Türkiye'de genel olarak iş süresi haftada en çok 45 saattir. Günlük iş süresi; haftanın 6 günü çalışılan işyerlerinde 7.5 saati, haftada 5 iş günü çalışılan işyerlerinde 9 saati geçemez. İş süresinin bir haftanın iş günlerine bölünmesi suretiyle yürütülmesine nitelikleri bakımından olanak bulunmayan işlerde, çalışma dönemi ve iş süreleri ile ilgili uygulanacak usuller ayrı bir tüzükle belirlenmektedir.
Çalışma Hayatında Asgari Ücretin Tespiti
1475 sayılı iş Kanunu'nun 33. maddesinde, Türkiye'de asgari ücretin tespiti ile ilgili şu hükümler yer almaktadır: "Hizmet akdi ile çalışan ve bu kanunun kapsamına giren her türlü işçi ile gemi adamı ve gazetecilerin ekonomik ve sosyal durumlarının düzenlenmesi için Çalışma Bakanlığı tarafından Asgari ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile ücretlerin asgari hadleri en geç iki senede bir tespit edilir."
Asgari Ücret Yönetmeliği'nin birinci maddesinde asgari ücret; "işçilere normal bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden, asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir" şeklinde tanımlanmıştır.
Asgari ücretin tespitinin, kanunda en geç iki senede bir yapılması öngörülmesine rağmen, 1970'li ve 1980'li yıllarda çoğunlukla daha kısa sürelerde kararlar verilmiştir. 1987 yılından beri Komisyon, her yıl toplanarak yasal asgari ücretleri yenilemektedir. Komisyonun asgari ücrete ilişkin kararı kesin olmasına rağmen, asgari ücrette de Danıştay'a başvurma yolu açıktır. Çünkü bu tespit bir idari işlem niteliği taşımaktadır.
Türkiye'de Sosyal Sigortalar Kurumuna prim ödeyen 4 milyon dolayındaki işçinin %35'i asgari ücretli olarak çalışmaktadır. Asgari ücretlilerin %30'u konut kapıcılarından, %70'i ise özel ve kamu kesiminde işçi olarak çalışanlardan oluşmaktadır.
İşçi Sağlığı ve Güvenliği
Türkiye'de her işveren, işyerindeki işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli tedbirleri almak, bu husustaki şartları yerine getirmek ve gerekli araçları noksansız bulundurmakla yükümlüdür. İşçiler de işçi sağlığı ve iş güvenliği hakkındaki usul ve şartlara uymakla yükümlüdürler.
İş kazalarını önlemek bakımından işveren sadece işin niteliğine uygun koruyucu malzeme vermekle yükümlü olmayıp, verilen malzemenin kullanılmasını sağlamak ve bunun uygulanıp uygulanmadığını sürekli ve etkin bir biçimde denetlemekle de yükümlüdür. İşveren, iş kazasına uğrayan işçinin zararlarından sorumlu olduğu gibi, istihdam ettiği işçilerin hizmetlerini gördüğü sırada meydana getirdikleri zararlardan da sorumludur.
16 yaşını doldurmamış çocuklar ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılamaz. Hangi işlerin ağır ve tehlikeli işlerden sayılacağı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan bir tüzükle tespit edilmektedir
Ağır ve tehlikeli işlerde çalışacak işçilerin, işe girişlerinde veya işin devamı süresince bedenen bu işlere elverişli ve dayanıklı oldukları; işyeri hekimi, işçi sağlığı dispanserleri, Sosyal Sigortalar Kurumu, sağlık ocağı, hükümet veya belediye doktorları tarafından rapor edilmedikçe, işe alınmaları veya çalıştırılmaları yasaktır. ışe girişinde işçiyi sağlık muayenesi yaptırmayarak rapor almayan işverenin hareketi, ış Kanunu gereğince ceza sorumluluğu gerektirmektedir.
İş Hayatının Denetimi
Çalışma hayatı ile ilgili mevzuatın uygulanmasını devlet izlemekte ve denetlemektedir. Bu görev, çalışma Bakanlığı'na bağlı, ihtiyaca yetecek sayı ve özellikte denetlemeye yetkili memurlarca yapılmaktadır.
Askeri işyerleri ya da ülke güvenliği için gerekli maddeler üreten işyerlerinin denetimi ve neticelerine ait işlemler, Milli Savunma Bakanlığı ile çalışma Bakanlığı tarafından müştereken tanzim olunan bir tüzüğe göre yürütülmektedir. İşverenler, işlettikleri işyerlerinde ve bunların ilgili kollarında, yetkili makamlarca yapılan teftişlerin sonuçlarının yazılması için özel bir defter bulundurmakla yükümlüdürler. Ayrıca iş denetiminde yetkili mercilerin, kanunun uygulanması ile ilgili olarak gönderdikleri belgeleri süresi içinde cevaplandırıp geri vermek zorundadırlar
İş ve İşçi Bulma Kurumu
İş Kanunu'nun 83. maddesine göre, işçilerin uygun oldukları işlere yerleştirilmelerine ve çeşitli işler için elverişli işçiler bulunmasına aracılık etme hususlarının düzenlenmesi, kamu görevi olarak devlet tarafından yapılmaktadır. İş Kanunu'nda devlete verilen bu görev sebebiyle, İş ve İşçi Bulma Kurumu kurulmuştur. 4837 sayılı "İş ve İşçi Bulma Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun" 28 Ocak 1946 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
İş ve İşçi Bulma Kurumu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlı, tüzel kişiliğe haiz, mali ve idari bakımdan özerk ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu'nun denetimine tabidir.
İş ve İşçi Bulma Kurumu, Türkiye tarafından onaylanan 96 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmesi doğrultusunda kanunla belirlenmiş görevlerini yerine getirirken; işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinin katılımı ile oluşturulan, merkezde "Danışma Kurulu", illerde ise "Mahalli Danışma Komisyonları"nın görüş ve önerilerini dikkate almak zorundadır.
İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun görevleri arasında işgücü arz ve talebini bir düzene bağlamak, işçilerin istihdam öncesi ve istihdam içi eğitimlerini sağlamak, iş akitlerinin yapılmasına aracı olmak gibi faaliyetler yer almaktadır. Yurtdışına çalışmak amacıyla giden işçilerin resmi yoldan gönderilmeleri bu kurum aracılığı ile gerçekleştirilmektedir
Haftalık Tatil Günleri
Türkiye'deki bütün işyerleri haftada bir gün işlerine ara vermek zorundadırlar. Resmi dairelerde istihdam edilenler için ise haftalık tatil süresi iki gündür. Ziraat, haberleşme, ulaştırma, sağlık, ormancılık ve benzeri konularda hizmet veren işyerleri ve kuruluşlar, faaliyetlerine ara vermek zorunda değildir. Aynı şekilde; müzeler, umumi kütüphaneler, tiyatrolar, sinemalar, spor, konferans ve konser salonları, fırıncılar, turistik ve hediyelik eşya satan yerler ve benzeri kuruluşlar için de faaliyetlerine ara vermek mecburiyeti yoktur. Ancak bu gibi yerlerde çalışanlar kademeli olarak tatil haklarından faydalanabilmektedirler.
Genel Tatiller
1923 yılında Cumhuriyet'in ilan edildiği 29 Ekim günü ulusal bayramdır. Türkiye içinde ve dışında devlet adına yalnız bu gün tören yapılır. Bayram 28 Ekim günü saat 13.00'ten itibaren başlar ve 29 Ekim günü devam eder.
Genel tatil ilan edilen diğer resmi bayramlar; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı ve 30 Ağustos Zafer Bayramı'dır. ülkede kutlanan dini bayramlar ise Ramazan ve Kurban bayramlarıdır. Ramazan bayramı için genel tatil günü Arife günü (bayramdan bir önceki gün) saat 13.00'ten itibaren 3.5 gün, Kurban bayramı için ise 4.5 gündür. ıslami takvime göre kutlanan bu iki bayramın günleri, her yıl değişmektedir.
1 Ocak günü yılbaşı tatilidir. Ulusal, resmi ve dini bayram günleri ile yılbaşı günü resmi daire ve kuruluşlar tatil edilir. Mahiyetleri itibariyle sürekli görev yapması gereken kuruluşlar için özel kanunlardaki hükümler saklıdır.
Toplu İş Hukuku ile ilgili Düzenlemeler
Türkiye'de herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme yapma hürriyetine sahiptir. İşçiler ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için, önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma hakkına sahiptirler. Sendikalara üye olmak ve üyelikten ayrılmak serbesttir. Hiç kimse sendikaya üye olmaya, üye kalmaya ve üyelikten ayrılmaya zorlanamaz. Ancak işçiler ve işverenler aynı zamanda birden fazla sendikaya üye olamamaktadır. Herhangi bir işyerinde çalışabilmek, işçi sendikasına üye olmak veya olmamak şartına bağlı değildir.
Sendikaların Kurulması ve Faaliyetleri ile ılgili Hükümler
İşçi sendikaları, işkolu esasına göre bir işkolunda ve ülke çapında faaliyette bulunmak amacı ile, bu işkolundaki işyerlerinde çalışan işçiler tarafından kurulabilmektedir.
İşveren sendikaları, yine aynı şekilde işkolu esasına göre bir işkolunda ve ülke çapında faaliyette bulunmak amacı ile, bu işkolundaki işverenler tarafından kurulabilir. Kamu işveren sendikaları için, aynı iş kolundaki kamu işverenleri tarafından kurulması ve aynı işkolunda faaliyette bulunması şartı aranmamaktadır.
Bir işkolunda birden fazla sendika kurulabilmektedir. Fakat meslek veya işyeri esasına göre işçi sendikası kurulamamaktadır. Sendikalar, tüzüklerinde belirtmek şartıyla ve genel kurul kararıyla şube açabilmektedirler. Sendikaların, sendika şubelerinin ve konfederasyonların zorunlu organları; genel kurul, yönetim kurulu, denetleme kurulu ve disiplin kuruludur.
Sendika veya konfederasyonlar, Türkiye Devleti'nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliklerine; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk ulusuna ait egemenliğin kullanılmasının hiç bir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı ilkelerine, din ve vicdan özgürlüğüne aykırı faaliyet göstermeyen uluslararası işçi ve işveren kuruluşlarına serbestçe üye olabilmektedir.
Türkiye'de işçiler ile işçi sendika ve konfederasyonları, toplu iş hukuku veya diğer kanunlara göre kurulmuş olan işveren kuruluşlarına; işverenler ve işveren kuruluşları da, işçi sendika ve konfederasyonlarına üye olamamaktadır.
Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt İle İlgili Yasal Düzenlemeler
Türkiye'de toplu iş sözleşmeleri, bir yıldan az ve üç yıldan fazla süreli olamamaktadır. Toplu iş sözleşmelerinin süresi, sözleşmenin imzalanmasından sonra taraflarca uzatılamamakta, kısaltılamamakta ve sözleşme süresinden önce sona erdirilememektedir. ıstisna olarak, faaliyetleri bir yıldan az süren işlerde uygulanmak üzere, toplu iş sözleşmesinin süresi bir yıldan az olabilmektedir. Toplu iş sözleşmelerinden yalnızca taraf işçi sendikalarının üyeleri yararlanabilmektedir.
Toplu iş sözleşmeleri, tarafların karşılıklı hak ve borçlarını, sözleşmenin uygulanmasını ve denetimini, uyuşmazlıkların çözümü için başvurulacak yolları düzenleyen hükümleri de kapsayabilmektedir. Bir toplu iş sözleşmesi, aynı iş kolunda bir veya birden çok işyeri için de geçerli olabilmektedir. Fakat bir işyerinde, aynı dönem içinde birden fazla toplu iş sözleşmesinin yapılması ve uygulanması mümkün değildir.
Kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az %10'unun (tarım ve ormancılık, avcılık ve balıkçılık işkolu hariç) üyesi bulunduğu bir işçi sendikası, toplu iş sözleşmesinin kapsamına girecek işyeri veya işyerlerinin herbirinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasının kendi üyesi bulunması halinde, toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkilidir. İşletme sözleşmeleri için, işyerleri bir bütün olarak dikkate alınmakta ve yarıdan fazla çoğunluk buna göre hesaplanmaktadır.
Türkiye'de, can ve mal kurtarma, cenaze ve tekfin, su, elektrik, havagazı, termik santrallerini besleyen linyit üretimi, tabii gaz ve petrol üretimi ve dağıtımı gibi işlerde, bankalar ve noterlik ile kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye, şehiriçi kara, deniz, demiryolu ve diğer raylı toplu yolcu taşıma hizmetlerinde grev ve lokavt yapılamamaktadır.
İşyerleri bazında ise, ilaç imal eden işyerleri hariç olmak üzere, aşı ve serum imal eden müesseseler, hastane, klinik, sanatoryum, prevantoryum, dispanser ve eczane gibi sağlıkla ilgili olanlar, Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı tarafından doğrudan işletilen işyerleri, eğitim ve öğretim kurumları, çocuk bakım yerleri, huzurevleri ve mezarlıklar grev ve lokavt kapsamı dışında bırakılmışlardır.
Ayrıca, ülkede savaş halinde ya da genel veya kısmi seferberlik süresince, hem grev hem de lokavt yapılması yasaklanmıştır.
İstihdam
Devlet ıstatistik Enstitüsü Hanehalkı İşgücü Anketi sonuçlarına göre, Türkiye'de 1998 yılında tüm sektörlerde toplam 21 milyon 084 bin kişi istihdam edilmiştir. İstihdam edilenlerin %42.3'ü tarım, %16.8'i sanayi ve %40.9'u hizmetler kesimlerinde çalışmaktadır. Son yıllarda ülkede kadın istihdamında bir artış göze çarpmaktadır. ışçi statüsünde çalışanlar arasında kadınların payı özel sektörde %20, kamu sektöründe %8.5'dir.
İmalat sanayiinde çalışanların %45'i sanayinin en yoğun olduğu Marmara Bölgesi'nde istihdam edilmektedir. Sivil işgücünün imalat sanayiinde yoğun olarak çalıştığı ikinci bölge ise Ege Bölgesi'dir.
Türkiye'de etkili bir "İşgücü Piyasası Enformasyon Sistemi" oluşturulması çalışmaları, Devlet ıstatistik Enstitüsü koordinatörlüğünde devam etmektedir. Ayrıca ıstihdam ve Eğitim Projesi kapsamında bir de "İşgücü Piyasası Bilgi Danışma Kurulu" oluşturulmuştur. Özelleştirme uygulamalarının neden olabileceği olumsuz etkileri ortadan kaldırmak veya en aza indirmek amacıyla işgücü Uyum Projesi'nin uygulanmasına başlanmıştır. Çalışma hayatı mevzuatının Avrupa Birliği'ne uyum şartları da dikkate alınarak, Uluslararası çalışma örgütü (ILO) normlarına uygun bir şekilde geliştirilmesine yönelik çalışmalar devam etmektedir.
Yurtdışındaki Türk vatandaşlarının sayısı 1998 yılı sonu itibariyle 3.459.418 olup, bunların 1.203.729'unu çalışanlar oluşturmaktadır. Yurtdışında çalışan vatandaşların haklarının korunması için her türlü girişimde bulunulmakta, bulundukları ülkeler ile yapılan ikili sosyal güvenlik sözleşmelerinin günün koşullarına uyarlanması çalışmalarına devam edilmektedir.
Sosyal Ortaklar
Türkiye'de işçi ve işveren kesimlerinin temel ve ortak görevi, çalışma barışının sağlanması ve korunmasıdır. Bu da gerek işçi, gerek işveren kesimlerinin belirli davranış kalıplarını benimsemeleri ile yerine getirilmektedir. Ülkede toplumsal uzlaşma fikrinin yerleştirilmesi ya da sorunların çağdaş bir yaklaşımla çözülmesi amacıyla, işçi-işveren-hükümet arasında üçlü diyalog ve işbirliğinin kurumlaşmasına yönelik gayretler, Başbakanlığın 17 Mart 1995 tarih ve 1995/5 sayılı genelgesi ile de desteklenerek resmiyet kazanmıştır.
Genelgede, toplumun çeşitli kesimlerinin demokratik bir yapı içinde görüşlerinin tartışılarak ortak görüş hazırlanmasının önemine değinilmiş, bu şekilde varılan kararların; sosyal mutabakatın temini, ekonomik istikrarın ve gelişmenin sağlanması bakımından büyük önem taşıdığı belirtilmiştir.
Türkiye, günümüzde başta demokratik hak ve özgürlükler olmak üzere ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda atılımlar yapmaya çalışmaktadır. İşçi-işveren-hükümet ve diğer kesimler arasında uzlaşma sağlama ihtiyacı doğrultusunda, Başbakanlık genelgesine dayanarak Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulmuştur.
Ayrıca, memur sendikalarının kurulabilmeleri için, yürürlükte olan 1982 Anayasası'nda değişiklik yapan 4121 sayılı kanunla, Anayasa'nın 53. maddesine bir fıkra eklenmiş ve böylece Türkiye'de sayıları 2 milyona yaklaşan memurların örgütlenmelerine olanak sağlanmıştır. Eklenen fıkra, memur sendikalarına işçi sendikalarında olduğu gibi toplu sözleşme ve grev hakları vermemekte, fakat bunların "toplu görüşme" yapabileceklerini, kanunla belirlenecek usul ve esaslarda yapılacak toplu görüşmeler sonucunda bir anlaşmaya varılamaması halinde ise Bakanlar Kurulu'nun takdir hakkı bulunacağını düzenlemektedir.
İşçi ve İşveren Sendikaları
Türkiye'de, sendikaların kurulması 20 Şubat 1947 tarihli ve 5018 sayılı "İşçi ve ışveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun" ile mümkün olmuştur. İşçiler, ilk önce belirli illerde sendika birlikleri ve belirli işkollarında sendika federasyonları oluşturmuşlardır. Bu birlikler ve federasyonlar da, 1952 yılında Türkiye ışçi Sendikaları Konfederasyonu'nu (Türk-İş) kurmuşlardır. 1967 yılında ise Türk-İş'ten kopan bazı sendikalar tarafından Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulmuştur. Türkiye Hak ışçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) ise 1976 yılında faaliyete geçmiştir.
Türkiye'de işçi ve işveren sendikalarının gelişmesi, 1961 Anayasası'nın yürürlüğe girmesinden sonra hız kazanmıştır. Endüstri ilişkilerinde işveren kesimini temsil eden tek üst kuruluş durumundaki Türkiye ışveren Sendikaları Konfederasyonu (TıSK), 20 Aralık 1962 tarihinde gönüllü örgütlenme esasına göre faaliyete geçmiştir. Ayrıca, 1963 yılında yürürlüğe giren 274 sayılı "Sendikalar Kanunu" ve 275 sayılı "Toplu ış Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu" ile işçilere hem grev, hem de toplu iş sözleşmesi hakkının verilmesi ve sendikaları güçlü duruma getirecek yeni iktisadi imkanların sağlanması, Türk işçi hareketi açısından önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. 1961 Anayasası'nın Türk çalışma hayatına getirdiği en önemli sosyal gelişme, sendikalaşma hareketine yeni bir boyut kazandıran toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt hakları olmuştur.
Ocak 1999 tarihi itibariyle ülkede faaliyet gösteren işçi sendikası sayısı 112'ye, işveren sendikası sayısı ise 53'e ulaşmıştır. Sendikalı işçi sayısında, 1960'lı yılların başından itibaren hızlı bir artış meydana gelmiştir. 1960 yılında 282.967 olan sendikalı işçi sayısı, 1967 yılında 1 milyonu geçmiştir. Ocak 1999 tarihi itibariyle ülkedeki sendikalı işçi sayısı 2.987.975'tir. Sendikalı işçilerin %72.9'u Türk-ış'e, %12.3'ü DıSK'e, %12.1'i Hak-İş'e ve geri kalan %2.5 ora- nındaki sendikalı işçiler de bağımsız sendikalara üyedirler. ülkede işçi olarak istihdam edilen 4.3 milyon kişinin %68.7'si sendikalıdır. Sendikaların faaliyet gösterdiği işkolu veya işyerlerindeki sendikalaşma oranı, erkek işçilerde %68.5, kadın işçilerde ise %70 dolayındadır.
Toplu İş Sözleşmeleri, Grev ve Lokavt Hakkı
İşçi ve işverenler, karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla, toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptirler. Ülkede, 1988 sonrası dönemde her yıl ortalama 700 binin üzerinde bir işçi kesimini kapsayan 2.600'e yakın toplu iş sözleşmesi yapılmıştır.
Toplu iş sözleşmelerinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkarsa, bu durumda işçiler grev hakkına sahiptirler. Grev hakkının kullanılmasının ve işverenin lokavta başvurmasının usulü, şartları, kapsamı ve istisnaları kanunla düzenlenmiştir. Grev hakkı ve lokavt, iyiniyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve milli serveti tahrip edecek şekilde kullanılamamaktadır.
Son yıllarda, işçiler önceki dönemlere göre daha az greve gitmektedirler. En fazla grev 1990, 1991 ve 1995 yıllarında yapılmıştır. Yapılan grevler nedeniyle kaybolan işgünü sayısı, 1990 ve 1991 yıllarında 4 milyon günün altında kalırken, 1995 yılında 5 milyon güne yaklaşmıştır.
Sendikaların grev hakkına karşılık, işverenlerin de lokavta gidip işletmeyi geçici bir süre kapatma hakkı vardır. Türkiye'de işverenlerin uyguladığı lokavt kararları ve bunun sonucunda kaybolan işgünü sayısı, yıllara göre oldukça sınırlı kalmıştır
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş)
Türkiye'nin en büyük işçi sendikası olan Türk-İş, 1952 yılında faaliyetlerine başlamıştır. İşçilere grev hakkının tanınmadığı 1952-1963 döneminde; yasaların, temsil ettiği üyeler lehine çıkarılması ve görüşmeler yoluyla ücretlerin artırılması doğrultusunda gayret göstermiştir. 1963 sonrası Türk-İş'e bağlı sendikaların ve bu sendikalardaki örgütlü işçilerin sayısı hızla artmıştır. Bugün Türk-İş'e 2'si Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde olmak üzere toplam 35 sendika üyedir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 1999 yılı Ocak ayında yayınlanmış istatistiklere göre, Türk-İş'e bağlı sendikalara üye işçi sayısı 2.178.886'dır. Türk-İş'e bağlı sendikalara üye işçilerin Türkiye'deki tüm sendikalı işçilere oranı ise %72.9 olarak verilmiştir.
Türk-İş, 1960 yılından beri Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun üyesidir. Üye olduğu diğer örgütler arasında OECD Sendikalar Danışma Komitesi, Avrupa Sendikalar Konfederasyonu ve Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu Asya-Pasifik Bölgesi örgütü bulunmaktadır. Türk-İş Genel Başkanı, bu örgütlerin yönetim kurulu üyesidir.
Sosyal Güvenlik
Sistemi ve Yapısı
Sosyal güvenlik sistemlerinin en önemli amacı, ekonomik ve sosyal bakımdan toplumun tüm bireylerinin, yarınlarının güvence altına alınmasıdır. Sosyal güvenlik bir amaç olup, sosyal sigortalar, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler bu amaca ulaşılmasını sağlayan başlıca araçlardır. Sosyal devlet anlayışı içinde önemli görevler üstlenen sosyal güvenlik kuruluşları, tüm gelişmiş ve demokratik ülkelerde nüfusun tamamını kapsamına almakta veya bunu hedeflemektedirler. Türkiye'de de sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerini toplumun bütününe yaygınlaştıran, tüm finansal kaynakları belli, çağdaş ve etkin bir sistemin geliştirilmesine yönelik çalışmalar devam etmektedir.
Türkiye'nin tarihine bakıldığında, Osmanlılar döneminde sosyal güvenlik fonksiyonunun vakıflar tarafından yerine getirildiği görülmektedir. Modern anlamda bir sosyal güvenlik sisteminin oluşması ise elli yılı aşkın bir tarihi geçmişe dayanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 60'ıncı maddesinde; "Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar" hükmü yer almaktadır. Bu hükme dayanılarak, sosyal güvenlik haklarını sağlayan üç ana sosyal güvenlik kuruluşu devlet tarafından oluşturulmuştur. Bunlar, işçilerin sosyal güvenliklerini sağlamakla yükümlü Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK), kamu görevlilerinin sosyal güvenliklerini sağlayan T.C. Emekli Sandığı ile esnaf, sanatkar ve diğer bağımsız çalışanların sosyal güvenliklerini sağlamak üzere kurulan Bağ-Kur'dur. Ayrıca bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret ve sanayi odaları veya bunların teşkil ettikleri birliklerin personelinin malullük, yaşlılık ve ölümlerinde yardım yapmak üzere kurulan Özel Sandıklar mevcuttur.
Türkiye'nin üç önemli sigorta kurumu olan Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur, devletin sosyal güvenlikle ilgili yükünü taşımaktadır. ülkede 1997 yılı sonu itibariyle, sos-yal sigorta programları tarafından kapsanan nüfus oranı %85, aktif sigortalıların toplam sivil istihdama oranı %49.5, sağlık hizmetleri açısından sigortalı nüfus oranı ise %74.6'dır.
Türkiye'de 1997 yılı verilerine göre aktif-pasif sigortalı oranı Emekli Sandığı'nda 1.79, Sosyal Sigortalar Kurumu'nda 2.33 ve Bağ-Kur'da 2.72 olmuştur. Aktif sigortalılar ile pasif sigortalılar arasındaki dengenin olumsuz yönde geliştiği görülmektedir. Çünkü sosyal güvenlik sistemine prim ödeyen aktif sigortalı sayısı, pasif sigortalı sayısına göre daha yavaş artmaktadır.
Sosyal güvenlik kuruluşları arasında, sigorta programları, üyelerin aylığa hak kazanma şartları, emekli aylıklarının alt ve üst sınırları, prim oranları, sağlanan haklar ve yükümlülükler açısından önemli farklılıklar bulunmaktadır. Son yıllarda emekliliğin kolaylaştırılması, prim karşılığı alınmadan yapılan ödemeler ile sigortacılıkla bağdaşmayan yükümlülükler, sosyal güvenlik kuruluşlarının finansman yapısını olumsuz yönde etkilemiştir. Bu nedenle, sosyal güvenlik kurumlarının finansman sıkıntılarını giderecek ve sosyal güvenlik sisteminde yeniden yapılanmaya esas teşkil edecek çalışmalara hız verilmiştir. Nitekim, 8 Eylül 1999 tarihinde yürürlüğe giren 4447 Sayılı Kanun ile sosyal güvenlik sisteminde ihtiyaç duyulan bazı temel düzenlemeler yapılmıştır. Emeklilik yaşının, SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı'nda sigorta kapsamına yeni giren kadınlarda 58, erkeklerde 60'a çıkarılması, işsizlik sigortası programının getirilmesi, prim ödeme gün sayısı ve bazı prim oranlarında yapılan artışlar, söz konusu kanunun getirdiği önemli düzenlemeler arasındadır. Bununla birlikte, ülkedeki sosyal güvenlik kurumlarının tek bir çatı altında toplanması, sigortacılık ile sağlık hizmetlerinin birbirinden ayrılması, genel sağlık sigortasının oluşturulması ve bireysel emeklilik fonlarının kurulması gibi konularda hazırlanacak olan kanun tasarılarının aşamalı olarak yasalaştırılması da, öncelikli hedefler arasındadır.
Sağlık Hizmetleri
Türkiye'de son yıllarda sağlık hizmetlerine yönelik yatırımların artarak devam ettiği görülmektedir. 1989-1998 yılları arasında, sağlık altyapısında ve sağlık düzeyi göstergelerinde önemli iyileşmeler sağlanmıştır. Bu dönem içerisinde hasta yatağı sayısı 132 binden 165 binin üzerine, sağlık ocağı sayısı 3 binden 5 bin 500 seviyesine ve sağlık evi sayısı 10 binden 12 bin seviyesine yükselmiştir. Aynı dönemde 66 yıl olan doğuşta hayatta kalma ümidi, 1998 yılında 68.7 yıl olmuş, 0-1 yaş arası bebek ölüm hızı ise binde 62.2'den binde 38.3'e gerilemiştir. Ayrıca sağlık sektöründeki insangücünde artışlar sağlanmış, hekim başına düşen nüfus 1.190 iken 878, eczacı başına düşen nüfus 3.655 iken 3.186, hemşire başına düşen nüfus ise 1.281 iken 972 olmuştur. 1998 yılında ülkedeki hastane sayısı özel sektörün de katkılarıyla 1138'e ulaşmış, yatak kapasitesi kul-lanım oranı %60 seviyelerine yaklaşmıştır. Son yıllarda hekim, dişhekimi, eczacı ve ebe başına düşen nüfus giderek azalmaktadır. Bu ise Türkiye'de uygulanan sağlık politikası açısından olumlu bir gösterge olarak değerlendirilebilir.
Türkiye'de sağlık hizmeti sunumu açısından kamu kesiminin ağırlığı devam etmektedir. Hasta yataklarının %93'ü, koruyucu sağlık hizmetlerinin ise tamamına yakını kamu kesimine aittir. Bununla birlikte özel sektör sağlık yatırımlarının teşvikine devam edilmektedir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın ve etkili sunumu amacıyla aile hekimliği pilot uygulamasına geçilmesi ve bireylere aile hekimini seçme imkanı getirilmesi planlanmıştır. Ayrıca nüfusu hızlı artan kentsel yerleşim birimlerinde entegre hizmet sunumunu gerçekleştirebilecek nitelikte bir temel sağlık hizmet modeli için çalışmalar devam etmektedir. Maddi durumu yeterli olmayan vatandaşlara yönelik olarak başlatılan "Yeşil Kart" uygulaması çerçevesinde, 1998 yılı sonuna kadar 7.5 milyondan fazla kişi yataklı tedavi hizmetleri açısından güvenceye kavuşturulmuştur.
Sağlık Bakımı
Sağlık alanında kaynakların etkili kullanılması, hizmette yaygınlık ve süreklilik sağlanarak tüketici tatmininin artırılması amacıyla sağlık sisteminin finansman, yönetim, organizasyon ve insangücü boyutlarıyla yeniden yapılandırılması çalışmaları sürdürülmektedir.
Ana ve çocuk sağlığı, üreme sağlığı, ruh sağlığı, beslenme, ağız ve diş sağlığı, aşılama, bulaşıcı hastalıklar, ilk ve acil yardım, iş ve işçi sağlığı, gençlerin zararlı alışkanlıklardan korunması, çevre sağlığı ve sağlık eğitimi hizmetlerinin temel sağlık hizmet birimlerine entegre edilerek yaygın ve sürekli bir biçimde verilebilmesi, Türk sağlık politikasının önemli ilkelerinden birisidir. Ayrıca sağlık hizmetlerinin her aşamasında toplumun katkısı ve katılımı teşvik edilmektedir. Birinci basamak sağlık hizmet birimlerinden başlayarak, referans hastanelerine kadar uzanan ve bütün hizmet kademelerini kapsayan etkili bir hasta sevk sisteminin kurulması da hükümetlerin öncelikli hedefleri arasında yer almaktadır.
Bütün bu faaliyetlerin yanında, sağlık sorunlarının nedenlerine, önlenmesine, kontrol altına alınmasına ve kontrol araçlarının tespitine yönelik araştırma çalışmaları da hükümetler tarafından desteklenmektedir.
Sağlık Harcamaları
Türkiye'de sağlık harcamaları özellikle 1990'lı yıllarda daha hızlı bir şekilde artmıştır. 1990 yılında %3.5 olan toplam sağlık harcamalarının Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) içindeki payı, 1993 yılında %4.4'e yükselmiş, 1998 yılında ise %4 olarak gerçekleşmiştir. 1990 yılında toplam sağlık harcamaları içinde %61.9 olan kamu sağlık harcamalarının payı da, 1998 yılı itibariyle %63 olmuştur. Aynı dönemde kişi başına sağlık harcaması değerlerinde de artışlar görülmüştür. 1990 yılında 95 dolar olan kişi başına sağlık harcaması, 1998 yılında 139 dolara ulaşmıştır.
Türkiye'de özel sektör sağlık yatırımlarının teşvikine paralel olarak, özel sektörün toplam sağlık yatırımları içerisindeki payı %60'a yaklaşmıştır. Ancak özel sektörün yatırımları, daha çok ayakta teşhis ve tedavi hizmeti arzına yönelmiştir. Bu kesim tıbbi cihaz, aşı, serum, kan ve kan ürünlerinin yurtiçinde üretimine ve yataklı tedavi hizmetlerine daha az kaynak aktarma yolunu tercih etmektedir. İlkedeki hastanelerin yaklaşık %19'u ve yatak sayısının %8'i özel sektöre aittir.
Sağlık Reformu
Devletin temel sorumluluk alanları arasında kabul edilen sağlık hizmetleri, 1960'lı yıllarda merkezi yönetim esasına dayanan bir yapı içinde ele alınmıştır. ülkede yürütülmekte olan sağlık reformları ile ilgili yeni stratejilerin ana çerçevesi ise 1980'li yılların sonunda Sağlık Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yürütülmüş olan Sağlık Sektörü Master Plan Etüdü ile tespit edilmiştir. Aynı dönemde, Sağlık Bakanlığı tarafından yeni bir Milli Sağlık Politikası da geliştirilmiştir. Sağlık reformu ile ilgili olarak tespit edilen bütün konular 1992 yılında, ilgili kurumlar, sektörler, üniversiteler ve meslek kuruluşlarından yaklaşık 500 delegenin 34 çalışma grubu halinde katıldığı Birinci Ulusal Sağlık Kongresi'nde geniş bir şekilde ele alınarak tartışılmıştır. Burada ortaya çıkan görüşlerin uygulanmasına yönelik olarak sürdürülen çalışmalar, daha sonraki yıllarda hızlandırılmıştır. Yine, 1992 yılında başlatılan İkinci Sağlık Projesi İkraz Anlaşması, 1994 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Dünya Bankası arasında imzalanmıştır. Ayrıca 1995 yılından itibaren başta "Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri ve Aile Hekimliği Kanun Tasarı Taslağı" olmak üzere, sağlık finansmanı, kişisel sağlık sigortası sistemi ve sağlık hizmetlerinin tedavi hizmetlerine entegrasyonu gibi temel konulardaki kanun tasarıları TBMM'ne sunulmuştur. Kanun tasarılarının yasalaşması sonrasında, bu alandaki sağlık hizmetlerinin pilot uygulamalarla desteklenerek, ülke genelinde kademeli bir şekilde yaygınlaştırılması planlanmaktadır
Sağlık Bakanlığı'nın hazırladığı Sağlık Reformları Projesi, 1996-2000 yılları arasında uygulamaya konulan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda yer almıştır. Sağlık Reformu adı altında toplanan çalışmalarda belirlenen ana ilkeleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
-
Herkesin adalet ilkesi doğrultusunda sağlık hizmetlerine ulaşabilirliğini sağlama amacıyla Genel Sağlık Sigortası uygulamasına en kısa sürede geçmek,
-
Hizmeti sunanla finanse edeni birbirinden ayırmak ve dolayısıyla hizmetin verildiği kurumun değil, hizmete ihtiyacı olanın destekleneceği bir sistem oluşturmak,
-
Hastaneleri özerkleştirmek, kaliteli ve verimli hizmet sunmalarını sağlamak, hastaneleri gelirleri ile giderlerini karşılayabilen ve yönetiminde merkeziyetçilikten arınmış sağlık işletmelerine dönüştürmek, dolayısıyla hizmette devlet kontrolünde rekabeti sağlamak,
-
Birinci basamak sağlık hizmetlerinde Aile Hekimliği modeline geçerek hastalıkların tedavisi kadar, kişilerin hasta olmadan korunmalarına ve sağlıklı kalmalarına daha fazla katkıda bulunmak,
-
Sağlık Bakanlığı'nı ülke genelinde sağlık politikaları belirleyen, hizmete yönelik standartlar koyup izleyen, tedavi hizmetlerini değil, koruyucu sağlık hizmetlerini sunan bir yapıya kavuşturmak
Orta vadede, sosyal güvenlik kuruluşlarının tek bir şemsiye altında toplanması planlanmaktadır. Bu amaçla, halen sağlık güvencesine sahip olamayan ve hiçbir sosyal güvenlik kurumuna bağlı bulunmayan Türk vatandaşlarına, bu güvenceyi sağlayacak olan Sağlık Finansmanı Kurumu kurulmasına ilişkin kanun tasarısı hazırlanmıştır. Oluşturulması planlanan sistem, Türk vatandaşlarının gelir durumlarına göre basamaklandırılarak prim ödemeleri ve prim ödeyemeyecek durumda olanların primlerinin devlet tarafından ödenmesi prensibine dayanmaktadır. 1998 yılı sonu itibariyle Türkiye'de, hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı bulunmayan 7.5 milyondan fazla kişinin "Yeşil Kart" uygulaması sayesinde parasız sağlık hizmetinden yararlanmış olması, düşünülen sistemin ilk basamağını oluşturmaktadır. 1998 yılı içerisinde, yeşil kart uygulaması çerçevesinde yapılan sağlık harcamaları 90 milyon doları geçmiştir.
EĞİTİM ve
BİLİM
Türk Milli Eğitim Sistemi
Eğitim Kurumları
Yükseköğretim
Bilim ve Araştırma
Türk
Milli Eğitim Sistemi
Türkiye'de eğitim devletin denetimi ve gözetimi altında yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42. maddesine göre, herkes eğitim görme hakkına sahiptir. Bireyler eğitimleri süresince ilgi ve yetenekleri ölçüsünde ve doğrultusunda çeşitli programlara, okullara yöneltilerek yetiştirilirler. Eğitim sisteminin her bakımdan bu yönelimi gerçekleştirmesi esastır.
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası'na göre eğitimin amacı; bireyleri, Türk ulusunun değerlerini benimsemiş, ülkesine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş, bilgi üreten, üretilen bilgi ve teknolojiyi kullanabilen, insan haklarına saygılı demokratik yurttaşlar olarak yetiştirmektir. Ayrıca bireyleri geleceğe hazırlamak, kendilerinin ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamaktır.
Cumhuriyet'in ilk yıllarından günümüze kadar okul, öğrenci ve öğretmen sayılarında büyük artışlar sağlanmış, nitelikli insan gücünün yetiştirilmesine yönelik çalışmalar yapılarak geniş bir kitleye ulaşılmıştır. ülkede eğitim ekonomik, teknolojik ve sosyal gelişmenin en önemli unsuru olarak kabul edildiğinden, hükümet ve kalkınma planlarında da eğitime büyük önem verilmektedir. Nitekim 1996-2000 yıllarını kapsayan 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda eğitim birinci öncelikli sektör olarak yer almaktadır.
2000'li yıllara doğru Türkiye, eğitim sistemi ve programlarını, öğretmenlerini, altyapı ve eğitim malzemelerini, dünya kültürü ve teknolojisine katkıda bulunacak Türk insanını yetiştirmek üzere geliştirmeye devam etmektedir. Nüfusun eğitim talebini karşılamak için sürekli kaynak artırımı yapılmakta ve eğitimdeki hedef ve beklentileri karşılayacak altyapının oluşturulması için çaba sarfedilmektedir. Bu amaçla 1996-2010 yıllarını kapsayan Eğitim Ana Planı hazırlıkları yapılarak; eğitimin bireysel, ulusal ve küresel istemlerine cevap verecek şekilde esnekleştirilmesi ve sisteme giriş çıkış rahatlıklarının artırılması yönündeki çalışmalar sürdürülmektedir.
Milli Eğitim Sisteminin Yapısı
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası uyarınca Türk Milli Eğitim Sistemi; Örgün Eğitim ve Yaygın Eğitim olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Örgün eğitim, okul sistemini ifade etmekte ve okulöncesi, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretimden oluşmaktadır. Yaygın eğitim ise okulların dışında veya yanında düzenlenen faaliyetlerin tümünü kapsamaktadır. 1998-1999 öğretim yılında 64.489 örgün ve yaygın eğitim kurumunda toplam 14.668.444 öğrenci eğitim-öğretim görmekte, bu kurumlarda 512.522 öğretmen görev yapmaktadır.
Eğitim Kurumları
Okulöncesi Eğitim
Türkiye'de okulöncesi eğitim isteğe bağlı olarak, zorunlu ilköğretim çağına gelmemiş 3-5 yaş grubundaki çocukların eğitimini kapsamaktadır. Okulöncesi eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere değişik bakanlık ve kuruluşlar tarafından, eğitim ya da bakım amaçlı anaokulu, ana sınıfı, uygulama sınıfı, kreş, yuva, gündüz bakımevi ve çocuk bakım yurtlarında verilmektedir. Bu kurumlarda çocuklar tam ya da yarım gün kalabilmektedir. Aileler, çocuklarının okulöncesi eğitiminden yararlanabilmeleri için belli bir ücret ödemektedir.
Okulöncesi eğitimin amacı, çocukların bedensel, zihinsel ve kişisel gelişmelerini sağlamak, dili kullanma yetilerini geliştirmek ve onları ilköğretime hazırlamaktır. Okulöncesi eğitim kurumlarının nerelerde ve hangi önceliklere göre açılacağı Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan bir yönetmelikle düzenlenmektedir. Okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılması, kamuoyunun bilinçlendirilmesi, okulöncesi eğitim kurumlarında kullanılan mevcut eğitim materyalleri ve donatım malzemelerinin geliştirilmesi ve standardizasyonu amacıyla çalışmalar sürdürülmektedir. Bu doğrultuda Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı "Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği"nde yapılan bir değişiklikle ilkokulların bünyesinde en az bir ana sınıfı açılması zorunluluğu getirilmiştir.
Ülkede 0-6 yaş grubunda 8.5 milyon çocuk bulunmakta ve bu çocukların %30'unu 5-6 yaş grubu çocukları oluşturmaktadır. Okulöncesi eğitimde halen %10 olan okullaşma oranının 2000 yılı sonlarında %16'ya çıkarılması hedeflenmektedir.
İlköğretim
Türkiye'de ilköğretimin süresi 8 yıl olup, 6-14 yaşlarındaki çocukların eğitim ve öğretimini kapsamaktadır. İlköğretim kurumları sekiz yıllık okullardan oluşmakta, bu okullarda kesintisiz eğitim yapılmakta ve bitirenlere ilköğretim diploması verilmektedir. İlköğretimin kız ve erkek bütün yurttaşlar için zorunlu ve devlet okullarında parasız olduğu; Anayasa, Milli Eğitim Temel Yasası, ilköğretim ve Eğitim Yasası ile teminat altına alınmıştır. ülkede devlet okullarının yanı sıra öğrencilere paralı eğitim hizmeti veren çok sayıda özel ilköğretim okulu da mevcuttur.
İlköğretimin amacı, öğrencilerin iyi birer yurttaş olabilmeleri için gerekli temel bilgi, beceri, davranış ve alışkanlıkları kazanmalarını, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda hayata ve bir üst öğrenime hazırlanmalarını sağlamaktır. Öğrenciler ilköğretimin son ders yılının ikinci yarısından itibaren, ortaöğretimde devam edebilecekleri okul, program ve meslek seçimiyle ilgili konularda rehberlik servisleri tarafından bilgilendirilmektedir.
İlköğretim uygulamasının geliştirilmesi ve kalitenin yükseltilmesi için "Eğitimde Çağı Yakalama 2000 Projesi" uygulamaya konmuştur. Bu proje kapsamında, son bir yılda 21.620 derslik hizmete açılmış; 100.000'in üzerinde öğrenciye, yatılı ilköğretim okulu ve pansiyonlu ilköğretim okullarında yatılı okuma olanağı sağlanmış; ilköğretimin 4. sınıfından itibaren yabancı dil dersi ve seçmeli ikinci yabancı dil dersleri verilmeye başlanmış; öğretim materyalleri öğrenci merkezli bir anlayışla yeniden hazırlanmış ve öğretmenleri bilgisayar okur-yazarı durumuna getirmek için kurslar açılmıştır.
Ortaöğretim
Ortaöğretim, ilköğretime dayalı en az üç yıllık öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumlarının tümünü kapsamakta ve çeşitli programlar uygulayan liselerden oluşmaktadır. İlköğretimi tamamlayan ve ortaöğretime girmeye hak kazanmış her öğrenci ortaöğretim olanaklarından yararlanabilmektedir. Ortaöğretimin amacı; öğrencilere asgari düzeyde ortak bir genel kültür vererek onları demokratik toplum için sorumluluk üstlenmeye hazır, insan haklarına saygılı, ülkenin sosyo-ekonomik ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak bilinçle ilgi, beceri ve yetenekleri doğrultusunda yükseköğretime veya iş alanlarına hazırlamaktır.
Öğrenciler eğitimleri süresince, ilgi yetenek ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda çeşitli programlara veya okullara yönlendirilerek yetiştirilmektedir. Ortaöğretimin bazı okulları ile özel ortaöğretim okullarında, eğitim programlarının hedeflerine uygun olarak yabancı dil hazırlık sınıfları bulunmakta, fen grubu ve matematik derslerinde yabancı dilde eğitim yapılmaktadır.
Ortaöğretim, genel ve mesleki-teknik ortaöğretim olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Genel ortaöğretim kapsamında, Anadolu Liseleri, Fen Liseleri, Anadolu Güzel Sanatlar ve öğretmen Liseleri, akşam liseleri ve özel liseler olmak üzere 5 farklı okul türü bulunmaktadır. Mesleki-teknik ortaöğretim kurumları ise Kız ve Erkek Teknik Okulları, Ticaret ve Turizm Okulları ve Din öğretimi Okulları olmak üzere dört grupta toplanmaktadır. Bunların yanı sıra nüfusu az ve dağınık olan yerler ile Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygun görülen yerlerde, ortaöğretimin genel ve mesleki-teknik öğretim programlarını bir yönetim altında uygulayan çok programlı liseler açılabilmektedir. Mesleki ve teknik ortaöğretim ile yükseköğretime hazırlamanın yanında, gereksinim duyulan nitelikli insan ihtiyacını karşılayabilmek, yükseköğretimdeki yığılmaları önlemek amacıyla iş ve meslek alanlarına eleman yetiştirilmektedir.
Özel Eğitim Okulları
Ülkede özel eğitim hizmetleri, engel gruplarına göre oluşturulmuş özel eğitim okullarında yürütülmektedir. Halen; görme, işitme, ortopedik, zihinsel engelli ve uzun süreli hasta çocuklar olmak üzere beş engel grubundaki çocuklara ve gençlere özel eğitim hizmeti verilmektedir. Özel eğitimin amacı, özel eğitime gereksinim duyan bireylerin eğitim ihtiyaçlarını karşılamak, onları toplumla bütünleştirmek ve bir meslek sahibi olmalarını sağlamaktır. Ayrıca özel eğitime gereksinim duyan öğrencilerin normal okullarda yaşıtları ile birlikte eğitim görmeleri de sağlanmaktadır. "Kaynaştırma" olarak tanımlanan bu uygulamanın yaygınlaştırılmasına çalışılmaktadır.
Türkiye'de beden, zihin, duygu ve sosyal gelişmelerindeki özürleri veya üstün özellikleri yönünden özel eğitim görmesi gereken öğrencilerin eğitildiği 207 özel eğitim okulu ile 102 rehberlik ve araştırma merkezi bulunmaktadır. 1998-1999 öğretim yılında, özel eğitim okul ve kurumlarından 10.946'sı kaynaştırma eğitiminde olmak üzere toplam 32.540 öğrenci yararlanmaktadır.
Ülkede, tanısı konulmuş özel eğitime gereksinim duyan çocuklar için okulöncesi eğitim zorunludur. Her çocuk için "Bireysel Eğitim Planı" hazırlanmakta, çocuklar ulaşabilecekleri performans düzeyine göre eğitilmektedir. Özel eğitime gereksinim duyan bireylerin eğitimlerinin her sürecine ailelerinin katılımı sağlanmakta, kaynaştırma eğitimindeki öğrencilere özel eğitim desteği verilmektedir. Ayrıca özel eğitime gereksinim duyan yetişkinler için de iş ve meslek kazandırıcı programlar düzenlenmekte ve bu programların yaygınlaştırılması çalışmaları sürdürülmektedir.